Merkel'in merkep inadını piyasalar kıracak
Dün Almanya'nın tahvil ihalesinin de başarısız olması ile en nihayetinde Avrupa'daki krizin en sağlam gözüken kaleyi de teslim aldığını gördük. 6 milyar euroluk 10 yıllık devlet tahvili satmayı hedefleyen Almanya gelen tekliflerin çok düşük kalması nedeniyle zor bela %2'nin az altında bir faizle (%1.98) 3.6 milyar euro satabildi. Her ne kadar teknik olarak ihale başarısız sayılamaz ise de, piyasa oyuncuları açısından ihalenin başarısız olduğu ortada. Nitekim, ihalenin hemen akabinde, euro'daki değer kaybı hızlandı ve dolar/euro paritesi 1.34'ün altına geriledi.
Almanya Başbakanı Angela Merkel günümüzün kapitalist sisteminde piyasaların önemini bir türlü idrak edemiyor. Hatırlanırsa kendisi daha geçen seneki bir konuşmasında aynen şu sözleri sarfetmişti: "Finansal piyasaların gücü ile siyasetçilerin ekonomi politikalarını belirlemedeki manevra alanı arasında bir tür savaş hüküm sürmekte. Bu noktada siyasetin gücünü tesis etmek hayati bir önem taşımaktadır." Bu esasen oldukça sakat bir bakış açısı. Eğer piyasalar Avrupa devletlerine borç vermekten imtina ederlerse (ki, son aylarda bu durum iyice su yüzüne çıkmış vaziyette), Hükümetlerin ekonomik dengeleri sağlamak için gidecekleri tek yer var, o da oyverenler. Dengeleri düzeltmek için ya vergileri artırmak, ya da bütçede kısıntıya gitmek zorundasınız. Halbuki, iki durumda da en büyük zararı görecek olanlar oyverenler, yani vatandaşlar olmakta.
Bu piyasa karşıtı tutum AB içinde gittikçe kuvvet de kazanmakta. Hatta, bazı politikacıların daha da ileri gidip, piyasaların son dönemdeki davranışının altında Anglo Sakson ekonomilerinin "euro"yu batırma emellerinin yattığı şeklinde komplo teorilerine bile itibar etmeye başladıkları gözlemleniyor. Bu fikrin altında finansal piyasaların tek bir tüzel kişilik olduğu inancı yatıyor. Halbuki piyasalar binlerce, hatta milyonlarca değişik fikre sahip alıcı ve satıcının oluşturduğu bir ortak aklın yansımasından başka bir şey değil. Piyasalarda borç krizinin çözüleceğine "bet" eden ve bu şekilde pozisyon alan oyuncular olduğu gibi, tam tersi düşünen ve pozisyon alanlar da var. (Nitekim, geçenlerde Avrupa borç piyasasaının düzeleceğine oynayan bir Amerikan yatırım fonunun battığına tanık olduk.) Aslında, Avrupalı politikacıların kendileriyle ilgili menfi bakış açılarına rağmen hâlâ finansal piyasaların oldukça "iyimser" bile davrandığı söylenebilir. Krizin çözümüne yönelik bugüne kadar açıklanan her tedbir piyasalar ilk başta iyi niyetle satın aldı. Ancak bu tedbirlerin gerçekleşmesi önündeki engeller ortaya çıkınca, ister istemez piyasalar tekrar olumsuz bir bakış açısına yönelmek durumunda kalmaktalar. (Zaten, piyasalar bir parça da olsa bir çözüm beklentisi içinde olmasalar, euro'nun bugünkü seviyelerinde kalması bile imkansız olurdu.)
Esasen, finansal piyasaların Almanya dahil olmak üzere Euro Bölgesi ülkelerinin tahvillerinden yüksek faiz istemeleri Euro Bölgesi'nin kuralları ve yapısı dikkate alındığında gayet doğal. Euro Bölgesi'nin en büyük zafiyeti Avrupa Merkez Bankası'nın "nihai borç veren" (lender of last resort) yetkisinin net olarak tanımlanmamış olması. Bugün, mesela İngiltere Merkez Bankası'nın, piyasalarda İngiltere devletinin aşırı borçlandığı yönünde bir risk algılaması oluşması durumunda, para basarak piyasalardan İngiliz devlet tahvili toplama yetkisi var. (Nitekim, krizin başlangıcından bugüne kadar 275 milyar sterlin alım yaptı.) Tabii ki, böyle bir para basma durumunda her zaman paranın değer kaybetmesi ve enflasyonun artması riski söz konusu. Ancak, yatırımcılar açısından bu risk bugün Yunanistan'da yaşanan borçların yarısının silinmesi riskine göre çok daha düşük bir risk. Genellikle böyle bir "temerrüt" durumunda yatırımcıların kaybedecekleri para enflasyon ve devaluasyon nedeniyle kaybedecekleri paradan çok daha fazla. Ayrıca bu durum daha çok yabancı yatırımcıları etkileyen bir durum. Yerli yatırımcılar açısından yerel paranın değer kaybetmesi o kadar da önemli değil.
Evet, AMB de bir miktar tahvil alıyor, ancak çok kısıtlı miktarlarda. Daha yüklü miktarlarda alımlar ise gerek AMB'nin tüzüğü, gerekse de özellikle Alman Merkez Bankası'nın katı tutumu nedeniyle mümkün olmamakta. Böyle bir şeye izin verildiği takdirde yüksek borçluluğu olan Euro bölgesi ülkelerinin rahatlayarak borçluluklarını azaltacak tedbir paketlerini uygulamaktan imtina etmelerinden korkuluyor. Ancak, tam da bu nedenle, üye ülkelerin tahvil faizleri "sürdürülebilirliği olmayan" seviyelere tırmanmış durumda.
Üye ülkelerin kendilerinin ihraç ettikleri tahvillerle, Avrupa Birliği'nin ihraç etmesi planlanan tahviller arasında önemli bir risk farkı var. Uluslararası bankacılık düzenleyicileri (Basel), son derece yanlış bir kararla, parasal birlik sonrasında ülke tahvillerini hem risksiz (bankacılık jargonunda "sıfır risk ağırlığı"), hem de para kadar likit bir varlık olarak sınıflandırmış ve böylece de bankaların yüksek miktarda devlet tahvili bulundurmalarının önünü açmıştı. (Tabii bu durum bazı üye ülkelerin sorumsuzca borçlanmalarının da önünü açtı.) Gelişmeler bunun böyle olmadığını acı bir şekilde gösterdi. Çıkarılması planlanan AB tahvilleri ise hem üye ülkelerin tamamının garantisi altında olacakları, hem de AMB'nin "son borç verme" yetkisine sınırsız bir şekilde haiz olacakları için çok daha makul faiz oranlarına sahip olabilecek. Son haberler Angela Merkel'in bile "eurobond" ihracı konusunda ikna olmaya başladığı yönünde. Ümit ederim bu haberler de diğer bir çok haber gibi fos çıkmaz ve dünkü gelişmeler "eurobond" ihracı konusundaki gelişmeleri hızlandırır. Aksi takdirde, Euro Bölgesi'nin dağılması kaçınılmaz olacak. Böyle bir durumun ise sadece Avrupa ülkeleri değil, Türkiye açısından da yaratacağı riskleri vurgulamaya gerek yok sanırım.