Merhaba

Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK
Prof. Dr. Deniz Ülke KAYNAK Periskop denizulke.kaynak@dunya.com

Yaklaşık 10 yıllık bir aradan sonra yeniden, “söz uçar yazı kalır” şiarıy­la, kendime ait bu köşede sizlerle buluşuyorum. Haf­tada bir gün okuyucular­la Türkiye ve dünyaya da­ir görüşlerimi paylaşacak ve güncel konuların psiko­politik perspektifini elim­den geldiğince irdeleme­ye çalışacağım. Bu yeniden başlangıcımda ülkemizin en önemli basın markala­rından birisi olan Dünya Gazetesi çatısı altında bu­lunmaktan ve bir gelene­ğin parçası olmaktan duy­duğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlaya­yım.

ABD seçimleri her za­man tüm dünyada ilgiy­le izlenen ve üzerinde en fazla kalem oynatılan si­yasi gündemlerin başında geliyor kuşkusuz. Başkan Donald Trump’ın ve eki­binin hayatımıza yeniden girmesiyle birlikte daha da şenlikli hale gelen siya­si gündem, aslında olduk­ça ürkütücü bir dönüşüm döneminin ilk sinyalleri­ni de veriyor. Trump’ın ye­min töreninde dünyanın en büyük teknoloji devlerinin patronlarının protokolde kabine üyelerinin de önün­de yer almasıyla birlikte, önümüzdeki dönemin en büyük tartışma konusunun başlığı da ortaya çıkmış gö­rünüyor: “Tekno-oligarşi ile nasıl baş edilecek?”

Kontrolsüz para kontrolsüz iletişim

Eski başkan Joe Biden, veda konuşmasında tam da bu başlığa uygun bazı uyarılarda bulunurken gü­cün birkaç ultra zengin in­sanın elinde birikmesinin ABD demokrasisini, temel hak ve özgürlükleri ve fır­sat eşitliğini yok edebile­cek bir oligarşi yaratabile­ceğini söylüyordu. Ona gö­re bu kişilerin ellerindeki gücü kötüye kullanmala­rı halinde çok tehlikeli bir sürece girilecek ve “tek­no-endüstriyel komplek­s”in üretebileceği yanlış ve zehirli bilgiler yoluyla yı­kıcı bir dönemin önü açı­lacaktı. Mealen şunu söy­lemeye çalışıyordu “kont­rolsüz para ve kontrollü iletişim” düzeni üzerinden beslenen bu anormal güç merkezileşmesinin ken­di ellerimizle yarattığı­mız Frankenştaynlar üret­meyeceğinin bir garantisi yoktu.

Biden’in kullandığı “tek­no-endüstriyel kompleks” kavramı, 34. ABD başka­nı, general Dwight Eisen­hower’in 1961 yılında yap­tığı veda konuşmasında kullandığı “askeri endüst­riyel kompleks” ifadesin­den esinlenmişti. Eisen­hower 17 Ocak 1961’de yaptığı şok edici konuşma­sında Amerikalıları ülke­lerini ve demokrasiyi teh­dit eden bir düşmana karşı uyarıyor ve askeri endüst­riyel yapının, devlet içeri­sinde gayri meşru bir et­ki alanı yaratmasına karşı herkesi tetikte olmaya ça­ğırıyordu.

Eski başkan gi­derayak esas düşmanın ko­münistler, SSCB ya da Çin değil, aksine bunlarla mü­cadele ettiğini söyleyen Pentagon ve onun besledi­ği silah-sanayi-politika üç­genindeki parasal ilişkiler ağı olduğunu söylemektey­di. Ona göre her daim bir düşman arayışı ve silah­lanma gerekliliği ciddi bir mali yük yaratmaktaydı ve salınan bu düşman korku­su Amerikan halkının re­fahından ve emeğinden çaldığı gibi demokrasiyi tehdit eden büyük bir güç konsantrasyonuna da yol açmaktaydı.

Savaş kahramanı bir as­ker olan Eisenhower’ın ABD’nin süper güç kimliği­nin omurgası niteliğinde­ki ‘askeri endüstriyel’ ya­pıyı bir tehlike olarak tas­vir etmesinin ardındaki teorik yaklaşımın mimarı ise 20. yüzyılın en önemli sosyologlarından J. Wright Mills idi. Mills, 1956 yılın­da ABD’deki güç ve iktidar ilişkilerini incelemek üze­re kaleme aldığı “İktidar Seçkinleri” (Power Elite) adlı eserinde askeri yapı ile ekonomik ve siyasal ya­pının içiçe geçmiş bir bü­tün olduğunu söylüyordu.

Ona göre “demokrasi” diye yurttaşlara yutturulan ya­lan toplumun siyasi, aske­ri ve ekonomik tabanlı üçlü bir sacayağı (triumvirate) tarafından yönetilmesine meşruiyet sağlamaktaydı. Mills, II. Dünya savaşın­dan sonra siyasi elitin ulu­saldan ziyade uluslararası konulara yönelmesinin as­kerlerin karar verme süre­cindeki rollerini artırdığı­nı ve ekonomik kararların alınmasında bile bu komp­leksin çıkarlarının esas be­lirleyici olduğunu söyle­mekteydi.

Trump’ın yeni bir devlet ideolojisi

Eisenhower’ın selefi olan ve ABD tarihinin ilk Ka­tolik başkanı John F. Ken­nedy de aynı kanıdaydı. Bir suikastle hayatını kaybet­meden kısa süre önce ziya­retine gelen SSCB Dışişleri Bakanı Andrei Gromiko’ya, ABD-Rus ilişkilerinin iyi­leşmesini istemeyen esas iki gücün, Yahudi lobisi ile Amerikan askeri endüst­riyel kompleksi olduğunu söylemişti. Başkanlık gücü, bu tespitin bedelini ödeme­sini önleyemedi. Bir yandan Vietnam’dan asker çekme­ye diğer yandan da Sovyet­ler ile iyi geçinmeye çalışan bir Başkanlık tarzının, mut­lak askeri güç paradigmasın üzerine inşa edilen bir dev­let ideolojisine ters düşme­si kaçınılmazdı ve anlaşıl­dığı kadarıyla gereği de ya­pıldı.

Donald Trump ise yeni bir devlet ideolojisi ve ye­ni bir güç kompleksi öne­risiyle iktidarını perçinle­mek eğiliminde. Teknokrat danışmanlar ekibinin ola­ğanüstü gücü de politik ka­binesinden daha fazla ilgi çekiyor doğrusu. Üstü ör­tülü bir biçimde zikredil­se de eski ABD, şimdiler­de yükselmekte olan yeni ABD’nin en büyük düşma­nı olarak sivrildiğinden Trump’a yönelik suikast girişimi fazlasıyla gerçek ve modele uygun görünü­yor. Bu yüzden önümüzde­ki dönemde de endüstriyel kompleksler arası kapış­manın oldukça sert geçece­ğini söylememiz mümkün. Patlamış mısırlarımızı alıp koltuklarımız yerleşelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bir vatana ait olmak 17 Şubat 2025
ABD’nin Gazze serüveni 10 Şubat 2025