Merak…
Yıllar önce bir dersimde öğrencilere sınıfta yaptığım küçük bir sınav sonucunda almayı bekledikleri notları sınav kağıdının üstüne yazmalarını istemiştim. Daha sonra kağıtları notlandırmaya başladığım zaman cevapların doğruluğu ile bekledikleri not arasında ters bir ilişkinin varlığı açıkça görülür hale geldi. İlk başta bu durumu "cahil cesareti" diyerek, üzerinde fazla düşünmeden anlatırdım. Bu köşede 23 Mart 2015 tarihinde bu başlıkla yer alan yazımda şunları söylemişim:
"NTV Yayınları'ndan yayınlanan "Bırak Dağınık Kalsın" kitabında Cornell Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmanın sonuçlarını okudum geçenlerde. Bu araştırmada, girdikleri testlerin sonucunda kendi performanslarını değerlendirmeleri istenen kişiler arasında kendilerinin diğerlerinden iyi olduğunu düşünenlerin daha kötü, ortalama performans gösterdiğini söyleyenlerin ise en üst yüzde içinde oldukları tespit edilmiş. Bu durum, belirli bir alanda yeterli deneyimi olmayanların kendi zayıflıklarını algılayacak kadar bilgi sahibi olmamalarına bağlanmış."
Cumartesi günü ilk adımı gerçekleştirilen LYS sınavından çıkan bir öğrencinin sınav çok kolaydı, kesin dereceye girerim dediği zaman –umarım dereceye girer ekranda gördüğüm o arkadaş- aklıma tekrar geldi bu cesaret. Üniversitede geçen yıllarımda ister istemez tecrübe ettiğim bir durum bu aslında. Sınavlara, aldığı nota en çok itiraz eden öğrenciler genelde başarısız öğrenciler arasından çıkıyor. Başarılı öğrenciler hiç mi karşı çıkmaz notlarına derseniz, onlar da haklarını arıyorlar ama onlar neden notunun farklı olması gerektiğini anlatarak karşı çıkıyorlar mesela.
Psikoloji alanında çalışanlar, yukarıda bahsi geçen Cornell Üniversitesindeki çalışma ile 2000 yılında Nobel ödülünü de alan iki psikoloğun isminden yola çıkarak, "Dunning-Kruger etkisi" adını veriyorlar. Geçenlerde okuduğum bir dergi yazısında Dunning'in bu konuda çalışmaya nasıl başladığının hikayesi bana ilginç çok ilginç geldi.
1995 yılında Pittsburgh'da orta yaşlı bir arkadaş iki tane banka soyarak bu Nobel ödülünün fitilini ateşliyor. Banka soymaya giderken filmlerde gördüğümüz önlemlerin başında gelen kar maskesi, kadın çorabı gibi önlemlerin hiçbirini almayan Wheeler isimli soyguncu, her bankada işini bitirdikten sonra çıkarken güvenlik kameralarına neredeyse poz verir, hatta poz verme değil ama küçümser ve dalga geçer bir gülümsemeyle dönüp kameralara bakar. Aynı günün akşamı olmadan yakalanır ve işin ilginci yakalanmasına da çok şaşırır. Yakalayan polislere ise inanamayan gözlerle bakarak "Ama limon suyu sürmüştüm" der.
Kim, nasıl ve neden inandırdıysa Wheeler'ı limon suyu sürdüğü takdirde kameraların görüntüsünü alamayacağına inandırmış, o da büyük bir rahatlıkla gidip soygununu yapmıştır. Dunning bu haberi gazetede okuyunca bu durumu incelemeye başlayarak Nobel'e giden yolda ilk adımını atmıştır.
Yılını tam hatırlamamakla birlikte 1995 yılından daha önce olduğunu sandığım bir başka olayı da aktarayım. Bir haber dolaşmaya başlamıştı o günlerde. Yeni tanıştığımız şifreli yayın yapan kanalın yayınlarını para ödemeden seyredebilecektik. Yöntem şu şekildeydi: Bir ayna alıp, aynaya saç spreyi sıkılacak ve tv nin aynadaki aksine baktığımız zaman şifrenin çözüldüğünü görecektik. İlk bakışta mantıksız olan bu yöntemin denendiğine ilişkin haberleri hatırlıyorum.
Wheeler ile bizde tv seyretmeye çalışanlar arasında bir fark yok. Benzer şekilde bir dönem arabasının dikiz aynasına polisin hız radarlarını etkisiz hale getirmek için müzik cd'si asanlar bizim yerli Wheeler'larımız. Yani deyim yerindeyse bizde de yeterince orta yapılmış ama bu ortaları kale önünde değerlendirecek birisi çıkmamış.
Bu araştırma isteği, öğrenme isteği ve merak tarihin her döneminde kuşkusuz çok önemliydi ama bugün her zamankinden daha önemli hale geldi. Bu öğrenme isteğini destekleyecek, özendirecek bir kültürü ve sistemi kurmamız, geleceğin dünyasında alacağımız yerin de belirleyicisi olacaktır.