Merak ekonomiyi diriltir!
Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan tasarının ismi uzun; “Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmündeki Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı.”
Biraz daha ayrıntı verelim: Bu tasarı, 1960’lı yıllardan itibaren patent mevzuatını ve kurumlaşmayı oluşturan 5 kanun hükmünde kararname ile 2 kanunu zamanın ihtiyaçları doğrultusunda toparlayan ve yeniden düzenleyen bir metin.
Tarihçeye girecek olursak, tasarının zengin bir mevzuat birikimine yaslandığı söylenebilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Eşya-i Ticariyeye Mahsus Alâmeti Farikalara Dair Kanun” (1871) ile başlayan birikime “İhtira Beratı Kanunu“ (1879) ekleniyor.
Cumhuriyet işe uluslar arası patent ilişkilerini düzenleyen Paris Sözleşmesi’ne (1925) katılarak başlıyor. Ardından Marka Kanunu (1965), Dünya Fikrî Mülkiyet Örgütü (WIPO) ne üyelik (1975), Türk Patent Enstitüsü (TPE) nün kuruluşu (1994) ve çok sayıda kanun hükmünde kararname ile düzenlenen uygulama ve kurumlaşma süreci
geliyor.
Nasıl değil neden…
Mevzuat süreci gösteriyor; Türkiye araştırma- geliştirme, buluş, faydalı model, patent, marka gibi kavramlara “sözel” açıdan yabancı değil. Eksik olan merak! Bütün bu kavramların “maddeye” dönüşmesinde ilk halka bilgiyle harmanlanmış merak duygusunu bir “dinamik” olarak harekete geçirmek. Çünkü, merak yoksa ne Ar-Gene de buluş var.
Ve, çünkü eğitim sistemi “Neden?” sorusu üzerine değil “Nasıl?” sorusu üstüne bina edilen bir ülkede bugün gelinen aşama bile önemli. Sıfır virgül sıfır 86’lık bir Ar-Geharcama/GSYİH denklemi hiç olmazsa “tesellî” veriyor.
Eğitim sistemine her kademede “neden” sorusunu koyamayan Türkiye’nin siyaset, iş dünyası, bilim dünyası şu soruyu da ihmal ediyor: “1960’lı yıllarda hemen hemen aynı yoksulluk çizgisinden birlikte yola çıktığımız Güney Kore’ye neden geçildik? Neden, otomotiv, elektronik ve benzeri yatırımlarını Türkiye’de yapması için bu ülkenin peşinde koşarken, biz neden orada yokuz?”
Bu soru sorulsa ve esastan sorgulanabilse, örneğimiz Güney Kore ile aradaki büyük açığı kapatmak belki mümkün olmaz; ama bugün geçmişe göre daha fazla önemsenen hatta kutsanan bu konuda, eğitimin bünyesine meraka dayalı “neden” sorusunu aşılayarak, hedefleri net, sektörleri seçilmiş, teşvik sistemi buna göre tasarlanmış, planlı ve kararlı uygulanan bir Ar-Geyapılanmasına geçmek ve işletmek mümkün olur.
Ne durumdayız?
Nedeni merak etmeyince her şey “nasıl” sorusunun insafına göre oluşuyor, gelişiyor. Türkiye “üretim ekonomisinin” bu soruyla gelebildiği yer “taklitçilik” tir! Yabancının merak-araştırma- buluş denklemiyle ürettiği ürünü sadece “nasıl” merakıyla açıp, konvansiyonel süreçlerle aynını üretmek ve satmaktır.
Karakteri “Ar-Gemi, başkaları yapsın, ben taklit edeyim” kolaycılığıyla şekillenmiş üretim ekonomisinin aktörleri, taklitten “özgün” tasarım ve ürün çıkarma zahmetine dahi katlanmadığı için 2011 yılı itibarıyla durum şudur:
Ar-Ge’ye harcanan toplam para 11 milyar 935 milyon TL. Sektörler bazında harcama dağılımı; üniversite 5 milyar 429 milyon (Yüzde 45,5), özel sektör 5 milyar 154 milyon TL (yüzde 43,2), kamu 1 milyar 352 milyon TL (yüzde 11,3).
Bu noktada bir yorum: 2002-2011 yılları arasındaki toplam Ar-Ge faaliyeti incelendiğinde üniversitenin hız kestiği, özel sektörün üniversite seviyesine yaklaştığı, kamu kesimininse, abartı olmasın ama, “havlu atmaya” yaklaştığı söylenebilir. Bir de not: Bu tablo 2011 yılı durumunu gösteriyor. Hak yemeyelim, 2002’den bu tarafı Ar-
Ge göstergelerinin tümünde, dalgalanmalara rağmen mutlak ve oransal gelişme var.
Ancak, bu “kaydî” bir gelişme ve yetersiz. Türkiye hâlen 93 bin tam zamanlı Ar-Gepersoneline, 74 bin araştırmacıya sahip görünüyorsa da, bu potansiyelin ekonominin başta sanayi olmak üzere tüm sektörlerine hangi “çıktıları” sağladığı belirsiz. Çıktı sağlayıp sağlamadığı da.
Bu kadar şüpheci olmalı mıyız? Evet, olmalıyız. Türkiye’nin bu alanda “niteliksel” sıçramalara ihtiyacı var. İhtiyaç sadece etkin bir mevzuat ve iyi çalışan bir kurumsal yapıyla değil, eldeki potansiyelin verimli kullanılıp kullanılmadığıyla da doğrudan ilgili. İlki yeni kanunla karşılanabilir, ikincisi için işe “neden buradayız” sorusuyla başlamak. gerekiyor.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar