Memleket meselesi: Kredi notu seviyesi

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Kasım 2012’de 20 yılın ardından ilk kez kazandığımız “yatırım yapılabilir ülke” notunu 27 Ocak 2017 tarihi itibarıyla “kaderin bir cilvesi” olsa gerek ki ilk kez bizi bu statüde notlamaya uygun gören şirket olan FITCH tarafından kaybettik. Böylece not statüsü açısından Sevgili Uğur Gürses’in deyimiyle 1994’teki pozisyonumuza geri dönmüş olduk. (28 Ocak 2017, Hürriyet Gazetesi, Başa Döndük)

Türkiye ekonomisi ilk kez notunu kaybetmiyor. Bahsetmeye çalıştığım üzere, geriye dönüp baktığımızda 20 yıl gibi önemli bir sürenin “yatırım yapılabilir ülke” notu statüsünde olmadan geçirildiğini görüyoruz. Peki, not dediğimiz kavram neden önemli? Artık çoğu insanın diline pelesenk olduğu üzere iç tüzükleri gereği bazı fonların ülkelere yatırım yapabilmesi için en az iki şirket nezdinde bu statüye uygun görülmüş olmaları zarureti söz konusu. Demek ki not dediğimiz kavram yurtiçi piyasalara girmesi arzu edilen ve hedeflenen portföy yatırımları yani sıcak para ile ilişkili. Konu bu kadarla sınırlı mı? Başka bir cazibe unsuru yok mu? Elbette var.

Notu kazanma süreci içerisinde aday ülkelere doğrudan yatırım kanalı üzerinden de ciddi rakamlar giriş yapıyor. Ayrıca yaratılan algı ve yatırımcılara sunulan hikaye ile birlikte ciddi anlamda prestij ve reklam da yapılmış oluyor. Notsuz geçen süre içerisinde ülkelere hiç mi yatırım girişi olmuyor? Elbette oluyor. Ancak kullanılan dış borcun maliyetinde notlu döneme kıyasla ciddi anlamda düşüşler görülüyor. Tabi ki bu noktada dış konjonktür koşullarını da gözetmemiz gerekiyor. Küresel finans piyasalarında faizlerin nominal ve reel anlamda yükselme eğilimi içerisinde olduğu bir dönemde sizin ülke olarak (burada kamu ve özel kesim borçlanmalarını bir arada değerlendiriyorum) maliyetlenmelerinizde artış olmaması imkansız. Nedir? Emsalleriniz ile aranızdaki spreadin açılmasını engeller ya da aynı seviyelerde kalmasını sağlarsınız.

Mevcut durum itibarıyla artık üç büyükler olarak tanımlanan kredi derecelendirme kuruluşları nezdinde yatırım yapılabilir ülke notuna sahip değiliz. S&P bizi hiçbir zaman bu statüde görmeyi tercih etmemişti. Zaten kamu cephesinde mevcut bir anlaşma da kendisi ile söz konusu değil. 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında süreç Moody’s ile başlamıştı. Piyasa işlemcilerinin genel kanısı da FITCH cephesinde yapılacak değerlendirmenin not indirimi olacağı şeklinde birleşmekteydi. Şayet bu konuda endişeniz piyasa işlemlerinin ne yönde seyredeceği ya da daha basit tanımla “onu, bunu bırak da dolar ne olur?” sorusu ile kısıtlı ise kendi fikrim şöyle; “beklenmeyen, ihtimaller dahilinde görülmeyen, risk senaryolarına dahil edilmeyen” bir konu başlığı değildi. Yani? Fiyatlamaların içerisinde yer alan bir durumdan bahsediyoruz. Ne olur? Bir süre konunun speküle edilmesi piyasa işlemlerini bir gereğidir. Ancak fazlasının olacağını düşünmüyorum. Sağlıklı oluşan her fiyatın içerisinde bir miktar spekülasyon vardır, normaldir de. Mesele manipülasyonun doğmaması ve bunun engellenmesidir.
(Değerli Tufan Cömert’e konuyu sürekli dile getirdiği için selamlarımla)

Peki, artık Türkiye hiç mi yatırım çekemeyecek? Elbette çekeceğiz. 2001 krizi sonrasında yaratılan başarı hikayesinin de, ayakta alkışlanan çıpaların da, yürütülen başarılı dış diplomasinin de mimarları bizleriz. Mesele yeni bir hikaye sunabilmek. Yani, küresel yatırımcılara Türkiye’ye gelmeleri için bir neden sunmak. Türk lirası cinsinden varlıkların yatırım yapılabilir düzeyde olduğuna öncelikle piyasalar nezdinde ikna etmemiz lazım ki akabinde kuruluşlar da furyaya katılsın. Zaten genelde de böyle olur. Notun verilmesi aşaması piyasa işlemlerinin gerisinde kalır. Beklenti oluşur, satın alınır, not geldiğinde ise gerçekleşen hikaye ile birlikte realizasyonlar, para çıkışları görülür.

Türkiye’nin not hikayesinde bir nebze şanssız olduğunu düşünenlerdenim. Biraz bizim kendi meselelerimizden, biraz da dış konjonktürden kaynaklı “yatırım yapılabilir ülke” statüsünden tam anlamıyla yararlanabildiğimiz kanaatinde değilim. Mayıs 2013 sonrasında başlayan küresel dalgalanma, Suriye iç savaşı kaynaklı jeopolitik riskler, yurtiçi seçim döngüsü, Brexit, ABD başkanlık seçimi gibi kavramların hepsi 3 yıl gibi kısa bir süreye sıkıştı. Ayrıca 2008 krizi sonrasında başlayan ucuz ABD doları döneminde bizim gibi birçok gelişmekte olan ülkenin notu birlikte artırıldı. Sonrasında ise küresel ekonomiye dair kaygılar, emtia fiyatlarının düşüşü nedeniyle ihracatçı ülkelerin zora düşmesi, EM ülkelerinin kendi içlerinde yaşadıkları politik sıkıntılar gibi nedenlerle de not indirimi dalgası takip edildi. Döngünün son halkasında da Türkiye’yi konuşuyoruz.

Kabul edelim; notu kazanmak çok zor, kaybetmesi ise sanılandan daha kolay. Örneğin araştırmalara göre FITCH’in kendi notladığı kriterlerden yola çıkılarak notun kaybedilmesi ile yeniden kazanılması arasındaki ortalama süreç 6 yıl. Her ülkede aynı olmasını beklemeyelim ancak önemli bir rakam olarak yine de göz önünde bulunduralım.

Yapılacakları, yapılması gerekenleri biliyoruz. Bugün herkes “yapısal reform” ve “yatırımcı hikayesi” kavramlarından bahsediyor. Bunlar önemsiz ifadeler değil. Yeniden yola koyulma zamanı.

Önemseyelim ancak enseyi de karartmayalım. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019