Medeniyetler Şehri Antakya
İlk ziyaretimi 1998 yılında gerçekleştirdiğim, hemen hemen her medeniyetten insanın yaşadığı Antakya’yı bu tarihten sonra da sürekli ziyaret etme imkânım oldu. Antakya’da 2000’li yılların başlarında beni en çok etkileyen olay gece saat 02'de bile insanların eşleri ve çocuklarıyla sokaklarda olmalarıydı. Hatta bazı hanımların gecenin o saatinde tek başlarına sokakta künefe yediklerine, Asi Nehri'nin kenarında yürüyüş yaptıklarına dahi şahit olunabiliyordu.
24 saat yaşayan, ticaretin canlı, insanların yüzlerinin güldüğü yıllardı bu yıllar. Turizmin önemli duraklarından, yaş sebze meyve ihracatında söz sahibi kentte lojistik oldukça gelişmiş, emlak ve arsa fiyatları İstanbul’un iyi semtleri ile yarışır haldeydi.
Antakya, Suriye’deki savaşın başlamasının ardından canlılığını kaybetmeye, şehrin insanlarının yüzlerindeki tebessümler kaybolmaya başladı. Kentteki sıkıntıları ortaya koyacak, kentin sorunlarını Ankara’ya taşıyarak çözüm üretmesi gereken kurumların dahi sesleri pek duyulmuyor bugünlerde. Kiminle konuşmak isteseniz işlerin ne kadar kötü olduğunu, insanların mutsuz olduğunu, gelecek kaygılarının her geçen gün arttığını duyuyorsunuz. Suriye’deki savaş ile birlikte hem Suriye pazarını hem de Ortadoğu ülkelerine geçiş imkânlarını kaybeden Antakyalı işadamları, bir de Mısır’ın taşımacılığa koyduğu engellerden dolayı ticari hayatlarında ciddi kayıplar yaşamışlar ve yaşamaya da devam ediyorlar.
Türkiye’nin hemen hemen her etnik kökeninden vatandaşının yaşadığı, 4 büyük dinin ibadethanesinin ve cemaatinin olduğu bir yer Antakya. Herkesin birbirine saygılı olduğu, birbirinin kutsal günlerini, bayramlarını kutlama olgunluğunu gösterdiği bir yer.
İçinde yaşadığımız günler birbirimizi daha çok anlamaya çalışmaya ve her zamankinden daha çok hoşgörülü olmaya ihtiyaç duyduğumuz günler. Ülkemizde hoşgörü ve birlikte yaşama kültürünün en iyi örneklerinden biri de Antakya. Ancak bugün geldiğimiz noktada maalesef olabilecek en kötüsü senaryo gerçekleşmiş ve Antakyalı umutlarını kaybetmeğe başlamış durumda. Türkiye olarak hızla bu açmazdan çıkmak zorundayız. Bunun için de, Türkiye’nin her zamankinden çok Antakya’ya ve Antakyalıya sahip çıkmasına, Antakya insanının ve yöneticilerinin de bıkıp usanmadan kendilerini, bir arada yaşam kültürlerini ısrarlı bir şekilde anlatmasına ihtiyaç var.
Bizi biz yapan değerlerimize ve insanımıza ne kadar çok sıkı sarılırsak, geleceğimiz de o kadar daha fazla aydınlık olacaktır.