Medeniyet Olimpiyatı
İşe siyaset karıştırmak gibi bir amacım yok lütfen bunu not edin peşin peşin. Bence olimpiyatı alamamış olmamız hakikaten iyi olmuş. Zira, yedi düvele rezil olurduk bir de gelenleri de perişan ederdik.
Bir zamanların moda reklamında küçük kızın deyimiyle, on yüz bin milyon Avro’yu (Euro’ya Avro diye bir şey uyduran, Amerikalı’nın “Dalır”ına niye dolar der onu nedense hala anlamadım) TOKİ’ye aktaracağız demeçleri nedeniyle değil.
Tanıtım filminde dünyanın en önemli mimari ve kutsal eserlerinden olan Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin yanına, TOKİ, marifetiyle dikilen kuleleri göstermeyi ilerleme saydığımız için de değil.
Sportif anlamda ırkçılık yapanı, doping yapanı ödüllendirdiğimiz için de değil.
Biz bu olimpiyatı bence engelli vatandaşlarımız yüzünden kaybettik.
Ne demek istediğimi biraz daha açayım.
Geçtiğimiz günlerde geçirdiğim basit bir ev kazası yüzünden sağ ayağım alçıya alındı.
Ben de koltuk değneği ile yürümek zorunda kaldım. Hala da öyle…
Bir kez daha anladım ki bu ülkede engelli olmak hakikaten çok zor.
Daha önce de yazmıştım, öz amcamın ampute olması nedeniyle engellilerin sorunlarına uzak değilim. Fakat buna rağmen kendimi onların yaşadığı sorunların küçük bir bölümü ile boğuşurken bulunca anladım neler çektiklerini. Girizgahıma bakıp sorunu sadece mevcut hükümet ve yerel idarelere yıktığımı düşünmeyin. Bu genel olarak toplumun bir sorunu.
Evet bize olimpiyatı vermediler. Çünkü, aynı anda yapılacak paralimpik olimpiyatlarına yönelik hazırlığımızın olmadığını gördüler.
Çünkü biz bu şehirleri, yaparken engellileri ne kadar düşünüyoruz.
Avrupa’da, ABD’de var olan önlemleri iş olsun diye alıyoruz, uygulamayı Türk işi yapıyoruz.
İsmini yazıp yazmamayı çok düşündüm ama diğerlerinde de farklı değildir diye vazgeçtim.
Bir teknoloji marketinde yaşadığımı anlatayım.
Kapının yanında iyi düşünmüşler bir tekerlekli sandalye koymuşlar, bindik.
Hopp, önce bir kimliğinizi bırakın. Niye? Sandalyeyi götürmeyelim diyeymiş?
Kafadan hırsız muamelesi.
Ayrılırken, aracınıza kadar biz götürelim derler diye beklerken…
“Sandalyeyi aldığınız yere bırakın onun yeri orası değil…”
Ki kapının yanından almış, aldığımız yere bırakmıştık. Tekerlekli sandalye, tekno marketin bel kemiği ne de olsa… Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken korna çalana bile rastladım.
Acele edecekmişim…
Çok seyahat ettiğim için havaalanlarındaki tüm özel imkanlardan yararlanabiliyorum. Bir de sürekli, siz şöyle özelsiniz, böyle mükemmelsiniz diye yıkama yağlama. Ama koltuk değneği var, en çok ihtiyacım olduğu anda, telefondaki yanıt:
“Efendim kontuara gelirseniz, size yardımcı olabiliriz. Yanınızda refakatçi var mı? Yok mu…O zaman maalesef…”
Benim kontuara geliş sürem ile uçuş süresinin aynı olması gibi ufak bir ayrıntı var ama olsun…
Geçtim olimpiyat tanıtım filmini, İstanbul’u anlatan her filmde, bolca bulunan güzelim vapurlarımız var ya, ki benim de hayatımın önemli bir parçasıdır.
Hadi binin bakalım koltuk değnekleriyle…
Engellilere ayrılan park yerine iki polis arabası park etmişti, gariban güvenlikçi sesini çıkartamıyordu.
Öyle ya kolluk kuvveti, koltuk değnekliye göre önceliklidir benim ülkemde. Her seçim öncesi fıstık gibi yapılır bizim kaldırımlar. Bir de ıslandığında değnekler kaymasa… Yola paralel yapın mazgalları ki insanlar değnekleriyle izleyenlere uzun atlama şovu sunsun. Metro için asansörde önce sağlamları beklemelisiniz. Sıranız gelince asansörü kullanabilirsiniz.Bunlar benim yaşadıklarım. Kim bilir daha neler var. Moleküllerin reaksiyon hızını, en yavaşı belirlermiş. Biz istediğimiz kadar yola devam diyelim, gözümüzü ileriye dikelim…
O hedeflere tüm ülke koşalım, koşmaya gayret edelim… Ancak, aramızdaki engellilerin hızı kadar hızlanabiliriz. Ne zaman ki onları yaşamın içinde hızlandırmayı başarabilirsek, işte o zaman TOKİ’nin milyarlarca Avro harcamasına gerek kalmaz olimpiyat almak için. Zira, medeniyet olimpiyatları ile başlamalıyız önce…
Kaldı ki bu bedava…