McKinsey, piyasalar ve demokrasi
Hani bir söz vardır ya, “ağaçlara bakmaktan ormanı görememek” diye. Biz de şu McKinsey konusuna yaklaşırken biraz öyle mi davranıyoruz acaba...
Bizi bu düşünceye iten eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız’ın blogunda yer verdiği bir değerlendirme oldu. Özyıldız değerlendirmesine “Herkes önce böyle bir uygulamanın, yani McKinsey ile danışmanlık anlaşmasına varılmasının Hazine’ye uygun olup olmadığını soruyor” diye başlıyor ve çok kapsamlı bir değerlendirme yapıyor.
Hakan Özyıldız “McKinsey, piyasalar ve demokrasi” başlıklı bu yazısında bakın hangi görüşleri dile getiriyor:
Eskiden nasıldı?
Ben çalışırken Hazine birçok konuda danışman tuttu, çalıştı. Neredeyse hepsi, uzmanların kurum içi eğitimini esas alıyordu. Hiçbir istikrar/krizle mücadele programını hazırlarken ve/veya uygularken danışmanlık hizmeti alınmadı. Onlar Hazine, DPT, Maliye ve TCMB uzmanlarının hazırladıkları seçenekler üzerinden müzakere edildi. Bu kurumların uzmanları tarafından hayata geçirildi.
Konuyu biraz daha geniş açıdan ele almak gerekiyor. Piyasalara ve demokratik yapıya kadar giden geniş bir tartışma/ araştırma yapmak lazım.
Dünya borçlular dünyası
Öncelikle dünyanın artık bir borçlular dünyası olduğunda anlaşmamız lazım. ABD’den Çin’e, Türkiye’ye kadar borçlu olmayan ülke, şirket, insan kalmadı. Dünyada borçların toplamı, yaratılan hasılanın birkaç kat üstünde. Ve bu borçların, klasik politikalarla ödenemeyeceğini herkes biliyor.
Bu kadar çok borcu olan dünyada, ülkelerin ekonomik sınırlarının kalmadığı, çoğunun aşırı dolarize olduğu dönemi yaşıyoruz. Bayrağın yanı sıra bir egemenlik göstergesi olan ulusal paraların artık bu yanını önemseyen kalmadı desek yanlış olmaz. Ekonomik kararlarda yerel paraların yerini yeşil dolar aldı.
Çok açıktan olmasa da siyasi, adli, idari kurum ve kurallar, hatta egemenliğin sınırları tartışılıyor. Örneğin para politikaları tüm dünyada birbirine benzemeye başladı.
Maliye politikaları da bu yönde zorlanıyor. AB, vergi politikalarında ortak uygulama arayışları içinde. Üye ülkelerin parlamentolarının egemenlik hakları Brüksel’e (Komisyon) ve Strazburg’a (Avrupa Parlamentosu) nasıl transfer edilebilir, onu konuşuyorlar. Britanya bunu görünce Brexit kararı aldı ve ayrıldı. Tanınmış Fransız iktisatçı Thomas Piketty, gelir dağılımı adaletinin sağlanabilmesi için, tüm dünyada uygulanacak bir servet vergisi öneriyor.
Aşırı borçlu ülkelerin çok farklı dertleri var. Diğer tarafta yapılara müdahil olan alacaklılar verdikleri milyarlarca dolar borcu nasıl tahsil edeceklerinin derdindeler.
Ekonominin belirleyici unsuru değişti
21’inci yüzyılda ekonomiye, 19 ve 20’nci yüzyılda olduğu gibi mal ticareti değil, borç ve faiz politikaları, finansallaşma düzeninin belirleyici unsurları hâkim.
Bu bağlamda alacaklılar, kolay tahsilat adına, borçlu ülkelere piyasalarının örgütlenmesinden, demokratik kurum ve kuralların yapısına kadar “önerilerde” bulunuyorlar.
En basitinden, en fazla yüz tane şirketi olan bir Afrika ülkesine borsa kurdurup, orada işlem yapıyorlar. Uluslararası ölçekte yayın yapan televizyon kanallarının İngilizce yayınları oralara kadar ulaşıyor.
Ayağında giyecek donu olmayan millet, sabah döviz kurunu, akşam borsa endeksini takip ediyor. Ekonominin gidişatına buradan karar veriyor.
Alacaklılar engel tanımıyor
Dahası, alacaklılar kendilerine kim engel oluyorsa veya olma potansiyeli varsa onu karalıyor, becerebilirse yok ediyor.
Örneğin çağdaş demokrasilerde bir kontrol ve dengeleme mekanizması olan bürokraside liyakate bağlı atamalar ve yapılar yok ediliyor. Yabancı dil bilmeyen kamu çalışanı kurumda yükselemiyor. Bürokrasi iğdiş ediliyor. Dışarıdan atamalar doğal hale getiriliyor. Kurumsallaşma yok edilerek, devletin bir kanadı kırılıyor.
Hatta daha çok ve kolay borçlanmaya ve geri ödeme politikalarına öncelik vermek adına, gerekirse devletin yapısı bile değiştirilebiliyor. Dikey bürokratik yapılanmanın yerine yatay örgütlenme geliyor. Böylelikle geleneksel bürokratik yapı kırılıyor. Devletin değil emir merkezinin memuru olan ve onun emrine göre hareket etmeyi esas edinmiş bürokrasi, alacaklının önceliklerini ve isteklerini yerine getirmekte tereddüt etmiyor.
Yanı sıra rahat hareket edebilmek adına devletin düzenleme ve denetleme mekanizmaları da yok ediliyor. Alacaklıların işini kolaylaştırmak için, düzenleme yetkisi parlamentodan ve bağımsız idari yapılardan alınıp merkeze çekiliyor. Böylelikle parlamentolar ile bürokrasi bir darbe daha yemiş oluyor. Liyakate dayalı uzmanlaşmanın esas olduğu “uzun” karar alma mekanizmaları, “piyasaların etkinliğini sağlamak için hızlı karar almak” adına “kısaltılıyor”.
Konuya alacaklılar ile piyasa açısından bakınca, yabancı bir danışmanlık şirketinin devletteki konumuna güzellemeler yapanların sayısı da artıyor. Önceleri, alacaklıların “bekçi köpeği” IMF’ye ve onun politikalarına eleştirel gözle bakmayanlar, şimdi McKinsey şirketinin yeni görevini piyasanın sağlıklı işlemesine bir katkı olarak görüyorlar. Egemenlik, parlamento, bağımsız dış politika, bürokrasi, liyakat, Sayıştay, kurumlar, kurallar ve demokrasi gibi konular hiç gündeme gelmiyor.
Gelmiyor; çünkü kısa vadede, yeniden borçlanmadan eskilerinin ödenemeyeceğine, borçluluğun devam edeceğine inanıyorlar. Piyasa her şeyin önüne geçiyor. Çünkü para oradan kazanılıyor.
Böylesi bir yapıda, borç verenlerin isteklerini yerine getirmek bir yerde zorunluluk oluyor.