“Mc Kinsey meselesi.."
Açıkçası yapılan eleştirilere ve söylemlere bakınca konunun tam olarak anlaşılmadığını ve duygusal tepkiler verildiğini görüyorum. Sizler için konuyu açacağım.
Sıkıntılı zamanlarda bir danışman tutuluyorsa, şirket içinden gelen bilgilere de, söz konusu bilgileri yorumlayan teknisyenlere güvenilmiyor demektir. Bu güvensizlik şirket yöneticileri tarafından dile getirileceği gibi, şirkete ortak olmak isteyenler veya şirkete kredi vermek isteyenler tarafından da ortaya konabilir.
Şimdi konuyu devlet boyutuna getirip, bazı örneklerle durumu anlatmaya çalışayım:
Ben sayısını hatırlamıyorum ama 2017 yılının başından beri birçok ekonomi kurmayının "enflasyon düşecek" diye açıklama yaptığını biliyoruz. Enflasyon hiç düşmedi. Aksine yükseldi. Bakanların seslendirdikleri analizlerin arkasında bürokratların verdiği bilgiler olduğuna göre, demek ki eldeki veriler doğru yorumlanmamış hatta popülist bir yaklaşımla beklentiler kötü şekilde yönetilmiş diyebiliriz.
"Daha önce de danışmıştık, şaşıracak bir durum yok..."
İkinci örnek, 2014 Ağustos ayından beri uygulan koruma tedbirleriyle Arap Saçına dönmüş Dış Ticaret Rejimi için verilebilir. Şimdi var olmayan Ekonomi Bakanlığı sürekli olarak "Cari Açık düşecek" dedi ama aksine cari açık üst üste rekorlar kırdı. İthalata konulan engellemelerin ve ilave gümrük vergilerinin enflasyonist etkileri görmezden gelindi, ihracatçının performansına da ortak çıkıldı. Gelinen noktada sürekli korumacılıkla desteklenen başta ayakkabı olmak üzere birçok sektör bugün ciddi sıkıntıya girdi. Yan etki olarak yabancı spor markaları Milli Takımları desteklemek konusunda soğuk durmaya başladılar. Spor yapmak, dijital yaşama ayak uydurmak ve çağdaş dünyaya ait birçok detay "ateş pahası" haline geldi. Türkiye'de üretilmeyen ürünlere de vergi geldiği gibi, demir-çelik gibi güçlü sektörlerin varlığına rağmen ithalat vergileri düşürüldü. Şikâyetler arttığı için, "yok yok iyisiniz" diye cevaplar verildi. Demek ki, eldeki veriler doğru yorumlanmadığı gibi, burada da popülist yaklaşımlarla kamuoyu yanıltılmış diyebiliriz. Bugün dış ticaret açığındaki yavaşlama ise büyümenin düşüşünden kaynaklanıyor. Buna yol açan sebepler arasında önemli ölçüde dış ticaret rejimi var.
Üçüncü örnek sürekli olarak dile getirilen "kamuda tasarruf" konusu. Şöyle bir bakınca faiz dışı açık vermeye yatkın hale gelmiş, yani faiz ödemeleri bir kenara cari gelir-gider dengesinde açık vermeye başlayan bir kamuyla karşı karşıyayız. OVP'nin yerine gelen YEP'te de kamuda tasarruf adına bir detay yakalayamadım açıkçası. Kaynağı vermekte tereddüt edenlerin çekincesi buradan net anlaşılıyor. Mega projelerin askıya alınması konuşuluyor ama kaynak bulunduğu anda tekrar canlanacağı endişesi var. Burada da popülist yaklaşımların yükselişe geçmesi an meselesi.
Demek ki, Türkiye'ye kaynak vermek isteyen kesimlerin "IMF olmazsa bari güveneceğimiz bir kurum olsun" demelerini yadırgamamak gerekiyor. Çünkü bu zamana kadar sadece kamuda değil özel sektörde de retorik etkili oldu. Büyük hacimde iş yapanların önemli bir kısmı devletten iş aldığı için onlar da son yılların çoşkulu "en büyük, en geniş, en derin, en uzun, en yüksek" kampanyasına katıldılar. Onlara kredi veren bankalar da bu kampanyanın bir parçası oldu diyebilirim. Hastaneler, oteller, enerji santralleri, alış veriş merkezleri ve perakende derken borcun büyüdüğüne pek bakılmadı. Şimdi meselelere konunun parçası olmayan soğuk bir gözün bakması isteniyor.
Mesele bundan ibaret. Açıkçası 1980'lerde de 1990'larda da devlet danışmanlarla çalıştı. Bunda tuhaf bir şey yok. En azından uzun bir süreden sonra "başka akıllara da ihtiyaç var" denmiş. İşe iyi tarafından bakalım.