MB'den yeni bir kavram: Enflasyon temennisi
GÜNDEM / Tuğrul Belli Merkez Bankası, 30 Nisan günü açıkladığı Enflasyon Raporu'nda bu seneki yüzde 4 hedefine karşın gerçekleşmenin yüzde 9.3 civarında olacağını ve yüzde 4 hedefine en iyimser senaryoyla 2011 sonunda ulaşacağını ifade etti. Bu hazin duruma rağmen de resmi enflasyon hedefinde şimdilik bir değişiklik yap(a)mayacağını ilave etti. Bilindiği gibi enflasyondan söz ederken hedef, beklenti, gerçekleşme gibi kavramlar kullanılır. MB'nin enflasyon hedefini ise artık temenni olarak nitelemek doğru olacak. (Her ne kadar "temenni" kelimesinin tam bir İngilizce karşılığı olmasa da MB'nin bu konuda hazırlayacağı bilimsel çalışmalarda "wish" kelimesi kullanılabilir zannedersem.) Enflasyon temennisi kavramının bilimsel anlamı ise şöyle ifade edilebilir: Bir ekonomide olması istenilen ancak ne zaman ve nasıl olacağı bilinmeyen enflasyon oranı. Şaka bir yana, MB 2008 sene sonu beklentisini yüzde 9.3'e çıkararak (ki bu raporu yazarken 2 Mayıs'ta açıklanan enflasyon verilerinden az çok haberdar olduğunu düşünüyorum) öncesinde beklenti ortalaması yüzde 8.4 olan piyasaya soğuk bir duş aldırdı. Bu açıklamadan sonra 2. piyasa faizlerinde gözlemlenen artış ise herhalde kimse için bir sürpriz değil. Hatta, MB'nin para politikasını sıkılaştırmak ve böylece son dönemde hızlanan kur artışlarına set çekmek için uygun zemin hazırlamak amacıyla özellikle böyle bir açıklama yapmış olması da gayet muhtemel. 2007'nin 2. yarısında MB kendince bir kumar oynamış ve kaybetmişti. 2006'da yaptığı hatalı faiz artırımından sonra uzun süre MB'nin eline faizleri eski seviyesine düşürecek bir fırsat geçmemişti. Seçimlerden sonra 2. piyasa faizlerinin hızla gerilemesiyle böyle bir fırsatı eline geçirdiğini düşündü. Oynadığı kumar ise enerji ve emtia fiyatlarında sonraki dönemlerde bir gevşeme olacağı beklentisiydi. Ancak bu gerçekleşmedi. Hatta, bu artış kervanına tarım ürünleri de katıldı. Bugün itibarıyle, petrol ve pek çok emtiada fiyatlar rekor seviyelerde. Bu olumsuz duruma bir de sene başından beri döviz kurlarında meydana gelen yüzde 20'ye yakın artış eklenince, başta üretici fiyatları olmak üzere tüm enflasyon verilerinde artış kaçınılmaz oldu. Açıkçası önümüzdeki dönemde enerji, tarım ve gıda fiyatlarında çok hızlı bir gerileme olması ihtimali oldukça düşük. Özellikle ABD ekonomisinden krizin durulmakta olduğu yönünde sinyaller geldikçe, emtia fiyatlarının gevşeme ihtimali de azalıyor. Ben yaklaşık 1.5 ay önce de yazdığım gibi, mortgage krizinde en kötü dönemin geride kaldığını düşünüyorum. Daha önce kuyunun dibi gözükmüyordu, ve bu da piyasalardaki oynaklığın ve dolayısıyla riskin yüksek kalmasına yol açıyordu. Artık kuyunun dibinin gözüktüğü kanaatindeyim. Ancak, ABD'de finans ve inşaat piyasalarındaki kayıpların gecikmeli etkileri daha uzun bir süre devam edecektir. Teknik olarak bir resesyon (2 çeyrek arka arkaya negatif büyüme hızı görülmesi) yaşanma ihtimali yüksektir. Ama bu durum piyasaları çok rahatsız etmeyecektir. Hatta, yaratılan likidite bolluğunun enflasyonda aşırı bir artış yaratmaması için, senenin 2. yarısında ABD gecelik faizlerinde artışa gidilmeye başlanması şaşırtıcı olmayacaktır. Her ne kadar sene başından beri yabancı portföy yatırımlarında bir miktar çekilme olmuş ise de, senenin devamında ciddi bir kriz yaşanacağını düşünmüyorum. Hatta, FED'in para musluklarını sonuna kadar açması nedeniyle, Çin ve petrol ihracatçısı ülkelerde biriken fonlara bir de ABD kaynaklı likiditenin eklenmesiyle, global likiditedeki aşırı bolluk durumu devam edecektir. Türkiye tabii ki, diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha "kolay incinir" (vulnerable) bir durumdadır. Ancak bu durum (hele beklendiği gibi MB gecelik faizlerde ölçülü bir artışa giderse) cari açık finansmanında bir darboğaza ve dolayısıyla kurlarda bir artışa sebep olmayacaktır. Zaten kurlarda yeniden bir gevşeme trendi görülmektedir. Nisan ortasında sene başına göre sepet bazında yüzde 20'ye yakın bir artış göstermiş olan kurlardaki hareket bugünlerde yüzde 10'un altına gerilemiş durumdadır. (Esasen nisan ayı üretici fiyatlarında görülen yüksek boyutlu artış da kurlardaki artışın bir yansıması idi.) Hepimiz biliyoruz ki, MB açıklamalarında ne derse desin, asıl hassas olduğu nokta kur artışlarıdır. 2006 ortasındaki reaksiyonu da tamamen kur artışlarına yönelik idi. Böyle bakıldığında, mayıs toplantısında belki de gecelik faizleri artırmasına gerek bile olmayacaktır. Ancak, MB'nin piyasa beklentilerini tatmin etme ve Enflasyon Raporu'ndaki görüşlerine sadık kalma pahasına, 25-50 baz puan kadar bir artışa gitmesi kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca pozisyonlarını azaltmış bulunan bir kısım yabancı spekülatör böyle bir hareketi dört gözle beklemekte ve hatta yayınladıkları raporlarla bunun çığırtkanlığını yapmaktadırlar. Halbuki, herkes gibi onlar da yüksek oranda dolarize olan Türkiye ekonomisinde parasal aktarım mekanizmalarının sağlıklı çalışmadığını bilmektedirler. Borç veren değil de, sürekli olarak borç alan bir merkez bankasının gecelik faizlerdeki küçük değişikler ile ekonomik aktiviteye fazla bir etki yapması beklenmemelidir. Ayrıca, normal şartlarda ekonomik aktiviteyi kısıtlayarak talep kaynaklı fiyat artışlarını azaltması beklenen faiz artırımları Türkiye'ye sıcak para girişine neden olarak ekonomi içindeki toplam para arzını artırmakta ve iç talebi canlı tutmakta, yani neredeyse istenenin tersi bir etki yaratmaktadır. Bu sakat politika sonucunda ise kaybedenler yurtiçine üretim yapan ve dövizle borçlanma imkanı kısıtlı olan üreticiler ve rekabetçi konumu sürdürebilmek adına reel ücretleri sürekli baskılanan çalışanlar, kazananlar ise ithalatçılar olmaktadır. Gerçek ise, uygulanan para politikasının şu ya da bu şekilde başarısız olduğudur. Türkiye enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkeler arasında en yüksek enflasyon değerlerinden birine sahip olmasının yanı sıra, MB'nin kendi tahminleri ile bile en iyimser olarak 2012 başına kadar yüzde 4 enflasyon hedefine ulaşamayacaktır. 10 senede istenen sonuçlara ulaşamayan bir politika başarılı olarak nitelenemez. Bu arada, bu süre zarfında Türkiye'nin aşırı sıkı para politikası izlemesi ve kurları baskı altına alması dolayısıyla dünya ticareti içinde kaybetmiş olduğu rekabetçi konumu ve sanayisinin ithalata bağımlı hale gelen yapısı da işin bir başka menfi boyutudur.