MB politikası ve artan belirsizlikler
Geçen hafta “2014 zorlu bir sene olmaya aday” demiştim. Maalesef ki, bir hafta içinde gelişen olaylar bu öngörümü iyice perçinleştirmiş bulunuyor. Türkiye, bu bir hafta içerisinde, sadece iktisadi sebeplerden değil, siyaseten de menfi bir şekilde ayrışma gösterdi.
Salı günü MB Başkanı 2014 yılı para ve kur politikasını açıkladı. Sunumun ilk bölümü garip bir şekilde sanki bugünün en acil konusuymuş gibi MB’nın politikaları vasıtasıyla nasıl tüketici kredilerindeki artışın azaltılarak ticari kredilerin artışına ivme kazandırılacağını açıklamaya yönelikti. Buradaki ana argüman piyasanın fonlama ihtiyacının artırılması ve ortalama fonlama vadesinin kısaltılmasıyla birlikte bankaların plasmanlarını daha uzun vadeli olan tüketici kredilerinden daha kısa vadeli olan ticari (spot) kredilere kaydıracağı şeklinde. Bir de, fonlamanın ağırlığının haftalık repoya kaydırılarak maliyetinin düşürülebileceği belirtilmekte. (Ki, bence bugünkü konjonktürde böyle bir şeyi düşünmek bile absürd.) Ancak, belirsizliklerin iyice artmış olduğu (ve iç tüketimin azaltılmaya çalışıldığı) bir ortamda şirketlerin reel kredi talebinin artması ihtimali oldukça düşük. (Tabii ki, daralan ekonomik ortamda, nakit akışı darlığı çeken bazı şirketlerin kredi talebi artacaktır. Ancak, bunun “sağlıklı” bir kredi talebi artışı olduğundan elbette söz edilemez.) Önümüzdeki döneme ilişkin olarak yatırım ve ihracata yönelik olarak ticari kredi talebi artışı beklemek ise fazla iyimserlik olacaktır.
Sunumun ön plana çıkarılmak istenmeyen ama asıl önem arz eden kısmı ise piyasalardaki oynaklığın (=kurlardaki artış) azaltılmasına yönelik ve daha çok önümüzdeki 40 günü içine alan politikaların ortaya konmasıydı. (İç ve dış belirsizliklerin bu kadar ön plana çıkmış olduğu bir durumda daha uzun vadeli bir program yapmanın çok da gerçekçi olmayacağı ortada.) Bu 40 gün içinde sene sonuna kadar günlük minimum 450 milyon dolar, Ocak ayı içerisinde ise 100 milyon dolar döviz satışı yapılacağını öğrendik. Öte yandan, her ne kadar ROM ve ROK’larla ilgili kararlar tüketicilerin aşırı borçlanmasını önlemeye yönelik bir likidite politikası kapsamında sunulmuş ise de bu kararların doğal olarak döviz dengesi ve rezervlerine de etkisi söz konusu.
MB ROM’un kapsamını daraltıp ROK’ları yükseltmiş bulunuyor. Kapsam daralması sonucu piyasaya 1 milyar dolar çıkacağı (=rezervlerin 1 milyar dolar azalacağı) hesaplanmış. ROK’ların yükseltilmesinin ise döviz rezervlerini ne kadar etkileyeceğini kestirmek kolay değil. Bugün için bankaların ROM’dan yararlanma oranı %90. Bunun %100 olmamasının ana sebebinin zorunlu karşılık için fazla atıl dövizi bulunmayan bankalar olduğunu varsayarsak, ROK artışı rezervleri yaklaşık 2 milyar dolar artıracaktır. Öte yandan, önümüzdeki 40 günde MB’nın en az 6 milyar dolar satacağını, ihracat reeskont kredilerinden ise 1 milyar dolar geleceğini de hesaplarsak, bütün bu operasyonların sonucunda rezervlerin 4 milyar dolar kadar azalması beklenmeli. (Tabii artan DTH’lar nedeniyle döviz ZK’larda da artış gündeme gelebilir. Ama bu olmasa çok daha iyi!)
Neticede, bugünlerde gayri-ihtiyari bir şekilde MB’nın politikaları döviz dengesine odaklanmış vaziyette. (Açıkçası bu ortamda enflasyon konusunda fazla bir şey söylemenin de anlamı yok.) Bunun konjonktürel sebepleri olduğu gibi (sene sonu pozisyon kapatma, kış aylarında artan cari açık vs.), artan siyasi gerilimden de beslendiği görülüyor. Nitekim, benzer gelişen ülkelerin para birimlerine baktığımızda Endonezya rupiası ile birlikte son dönemde en çok değer kaybeden para biriminin TL olduğu görülmekte. Açıkçası, yerel seçimlere kadar siyasi belirsizliklerin durulma ihtimali de çok düşük. (Alınan sonuçlara göre sonrası da son derece inişli-çıkışlı olabilir.)
Bu şartlar altında, tasarruf sahiplerinin orta vadede TL’nin değerlenme ihtimalini düşük görerek dövize yönelmeleri kur üzerinde ek bir baskı yaratabilir. Nitekim, DTH’ların gelişimine baktığımızda kurların hareketlendiği ilk ay (Haziran 2013) bir miktar azalmış olduğunu görüyoruz. Bu tasarruf sahibinin daha önceki dalgalanmalarda da gördüğümüz “dövizi yüksek fiyattan satma” tepkisi.
Ancak TL’deki azalmanın daha kalıcı olabileceğinin ortaya çıkmasıyla, Temmuz başından beri DTH’lar ciddi bir artış göstermiş bulunuyor. Son 5 aydaki parite farkından ari DTH artışı ise 25 milyar dolara yakın. Bu kesinlikle dikkatle takip edilmesi gereken bir gelişme!