MB hedefleri neden artırdı?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

GİNDEM / Tuğrul BELLİ Mayıs ayı enflasyonu piyasa beklentilerinin oldukça üzerinde gerçekleşti. Yüzde 1.49 oranında artan Mayıs TÜFE'si 12 aylık enflasyonu da iki haneli rakamlara, yüzde 10.74'e taşıdı. Hemen akabinde, Merkez Bankası Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanı'na bir mektup yazarak 2009, 2010 ve 2011 resmi hedeflerinin sırasıyla yüzde 7.5, 6.5 ve 5.5'e çekilmesi teklifinde bulundu. Enflasyonla savaşımda net bir yenilgi anlamına gelen bu teklif de, Sn. Şimşek tarafından jet hızıyla kabul edildi. Halbuki, daha 1 ay önce yayınlanan Enflasyon Raporu'nda ve hükümete yollanan mektupta, Merkez Bankası enflasyon tahmin aralığının orta noktası olarak 2009'da yüzde 6.7'i, 2010'da yüzde 4.9'u ve 2011'de yüzde 4'ü işaret ediyordu. Peki, bu bir aylık süre zarfında ne oldu da, Merkez Bankası hedeflerini artırmak ihtiyacını hissetti? TL'de bir zayıflama mı oldu? Hayır, aksine son 1 ayda TL sene başından beri verdiği kayıpları kısmen geri aldı, değerlendi. Enflasyon üzerindeki etkisini uzun vadelerde değil de, kısa sürede gösteren enerji, emtia ve gıda fiyatlarının ileriye dönük beklentilerinde bir sıçrama mı oldu? Hayır, aksine bu fiyatların pek çoğunun spekülatif olduğu, bu düzeylerde bir süre daha kalsalar bile son 1-2 senede yaşanan ivmeyi kaybedecekleri ve orta vadede bu fiyatlarda artıştan çok, azalış beklenmesi gerektiği kanısı yaygınlaştı. Peki, son 1 ayda ne oldu da, Merkez Bankası ileriye dönük enflasyon hedeflerini artırmak ihtiyacını hissetti? Cevap basittir: Merkez Bankası hükümetin maliye politikasında bariz ve kalıcı bir gevşeme olduğunu gördü. (Sn. Şimşek'in yeni hedefleri "şimşek" hızıyla onaylamasının sebebi de, bir çocuğun yaramazlığını örtbas etme acelesine benzer bir davranış olsa gerek.) Kim ne derse desin, Türkiye'nin enflasyonla savaşımında en önemli çapa yüksek tutulan faiz-dışı fazla hedefi olmuştur. Her ne kadar, özellikle milli gelir rakamlarında yapılan revizyon sonrasında, gerçekleşmenin 2003-2006 yılları arasında hedeflenen yüzde 6.5 oranının altında, ortalamada yüzde 5 civarında olduğu ortaya çıkmışsa da, bu oran dahi önemli bir başarıdır. FDF hedefi IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının bir yükümlülüğü ise de, IMF'nin bu anlaşma çerçevesinde yapılmasını istediği diğer uygulamaların bir kısmının tâli olduğu, bir kısmının ise doğruluğu tartışılabilecek politikalar olduğu bile iddia edilebilir. Ancak faiz-dışı fazla için aynı şey söylenemez. FDF gerçekten de gerekli ve önemli bir çapaydı. AB çapası gibi "sanal" bir çapa da değildi. FDF hedefi sayesinde kamu borç stoğunun milli gelire oranı hızlı bir şekilde gerileme gösterdi, borcun vadesi arttı, kamunun baskınlama etkisi azaldı, bütçe hesaplarına belirli bir disiplin ve şeffaflık getirildi, ileriki yıllara yönelik projeksiyonlar yapılmaya başlandı, özelleştirmelere hız kazandırıldı, gelir idaresinde önemli reformlar yapıldı, vs, vs. Aynı zamanda, faiz-dışı fazla hedefi sayesindedir ki, yerli ve özellikle yabancı yatırımcıların Türkiye piyasalarına güvenleri arttı ve vadeler uzarken piyasa faizlerinde de önemli gerilemeler yaşandı. Herşeyden önemlisi, 90'lı yıllarda tanık olduğumuz aşırı yüksek bütçe açığı ve bu açığın monetizasyonundan kaynaklanan spiral şeklinde artan enflasyon ve makroekonomik istikrarsızlık ortamından Türkiye'nin kalıcı bir şekilde uzaklaşmış olduğu kanısı yerleşti. Tekrar altını çizmek gerekirse bu önemli bir başarıydı. Ancak, 2007 yılında bütçe disiplininden belirgin bir kopma gördük. Faiz-dışı fazla yüzde 3.5 olarak gerçekleşti. Bu sene ise, sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi, açıklanan mali çerçeve ile başta yüzde 4.2 olarak hedeflenen fazlanın yüzde 3.5'e düşürülmesi gündeme geldi. 2009 ve 2010'da ise hedeflerin yüzde 3.0 ve yüzde 2.7'e düşürülmesi söz konusu. Ortaya çıkan ek ödeneklerin GAP gibi total fizibilitesi çok da net olmayan bir projeye ve belediyelerin seçim öncesi yapacakları harcamalara kanalize edileceği öngörülüyor. Bu seneki gidişata baktığımızda ise faiz-dışı fazlanın yüzde 3.5'in de altına sarkma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu görüyoruz. Açıkçası bugünkü makroekonomik şartlar altında hükümetin maliye politikasında bu şekilde bir gevşemeye gitmiş olması ciddi bir hatadır. Hükümetin bu sorumsuzluğunun, Merkez Bankası'nın faizleri gereğinden daha fazla artırmasına, hiç de eşitlikçi olmayan bir vergi olarak görülmesi gereken enflasyonun daha yüksek seviyelerde oluşmasına, artan bütçe açığı ve enflasyon nedeniyle 2. piyasadaki nominal ve reel faizlerin artmasına, kronikleşmiş olan cari açık sorunumuzun artarak devam etmesine, bütün bunlara karşın da büyüme hızımızın düşük kalmasına sebep olacağı aşikardır. Ama, bunun karşılığında iktidardaki parti yerel seçimlerde özellikle Güneydoğu'dan belki yüzde 3-5 kadar daha fazla oy alacak. Kime ne gam?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019