Marsiglio dei Mainardini: Defensor Pacis

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Bir zamanlar bu dünyada (enteresan) insanlar vardı. Mesela Padovalı Marsilius'un yazdığı Defensor Pacis (1324) -Barışın Savunucusu- Ortaçağ siyasi düşüncesinin doruklarından birisidir. Machiavelli ile eşleştirdiğim bu politik düşünürün adı Machiavelli'de hiç geçmez; en azından Prens'te ve Discorsi'de yoktur. Althusser'in Machiavelli için söylediklerini hatırlayalım. "Machiavelli'nin yanlızlığı", "izole bir düşünür", "hiçkimse Machiavelli düşüncesinin içinde düşünmedi", "olmayan bir devletin, ulus-devletin kuruluşunun imkanlılığının teorik koşullarının düşünürü"... Marsilius da izole sayılabilir. Ama Machiavelli gibi geçmişin düşünürlerine, klasiklere, dine hiç referans vermeden konuşuyor değildir. Aralarında neredeyse 200 yıl var. Marsilius yaklaşık 1270(75)-1342 yılları arasında yaşayan ve aslında laicus (halk adamı; soylu değil, ruhban sınıfı mensubu değil, yani laik) olan bir Milano Başpiskoposudur. Başpiskoposluğu siyasi nedenlerden veriliyor. Marsilius hem akıl, hem de teolojiye başvurarak dünyevi gücün Kilise'den bağımsızlığını savunuyor. İmparatorluğun Papalık'tan bağımsız olduğu tezi o dönemde Kutsal Roma Cermen imparatoru olmaya aday Bavyeralı Ludwig'in yanında saf tutmak demek.

Marsiglio ve yoldaşı Jean de Jandun 9 Nisan 1327'de aforoz edildiler. "Yolunu kaybetmiş çocuklar ve lanetlenmiş aydınlar" şeklindeki 3 Nisan açıklaması, 9 Nisanda "Sons of Belial" -Belial veya Baalial, bir şeytan, ve bu entelektüeller imtiyazlarına her karşı çıkıldığında korkunç iftiralardan medet uman cahil bir ruhban sınıfının elinde "şeytanın çocukları" olarak damgalanıyor- şekline dönmüştü.  Papa, 1327'de Ludwig'i aforoz edince Marsilius  doğrudan siyasetin içine girmiş oldu. Papa'ya karşı vaaz vererek ve yazarak İtalya'da mücadeleye girişti. Zaten Defensor Pacis'in bazı tezleri sapkın sayılması için yeterliydi. Anti-Papa Nicholas V "seçilirken" oradaydı. Papa John XXII 18 Nisan 1328'de İmparator Ludwig tarafından görevden alındığında da oradaydı. Dünyevi otoritenin Kilise'yi kendisinden aşağı bir konuma düşürdüğünü gördü ve bizzat yaşadı.

Marsiglio, Papa John XXII'ye bağlı din adamlarını bizzat tasfiye etti. İmparatorun siyasi amaçlarla Bohemya Kralının oğlu ve Tirolo Kontesi arasındaki evliliği iptal etmesini haklı göstermek için evlilik hukukunda da dünyevi otoritenin sözünün geçmesi gerektiğini savunan bir kitap da yazdı. Defensor Minor isimli kitabında dünyevi otoritenin Kilise otoritesinin üstünde olduğunu net biçimde ifade etti. Burada Kilise Konseyi, aforoz, hacca gitmek, evlilik, kilise hukuku, cezalar, endüljans vb konularda görüş açıkladı. O kadar ki, Kilise çok tehlikeli bulduğu Ockham'a göre bile Marsilius'u daha tehlikeli saydı. Kilise'nin aforoz belgesinde Marsiglio "ancak Ockham'ın olabileceği kadar devrimci fikirlere sahip" olmakla suçlandı. Bugünden bakıldığında büyük bir onurdur.

Marsilius eski teokratik kavramları bir yana bıraktı. Tanrı tüm gücün son kertede kaynağı olmaya devam ediyordu; ancak siyasi güç doğrudan doğruya halktan kaynaklanıyordu. Halk aynı zamanda yasama yetkisine de sahipti. Hukuk, Prens'in iradesinin açımlanması değil, halkın iradesinin -çoğunluğun sesi olarak- ifadesiydi. Halk isterse kendi iradesini değiştirebilirdi. Ulusun başı sadece ikincil, temsilci bir güçtü. Erken dönem "sosyal kontrat" kavramı burada ortaya çıkıyor.  

Marsiglio, engizisyonların herkesin kanını dondurduğu bir dönemde Kilise'yi nasıl bir reforma tabi tutmak istiyordu? İnananlar iki güce sahipti: piskoposları seçme hakkı ve yasama hakkı. Yasama demek Eski ve Yeni Ahitleri (Scriptures) yorumlama hakkı demekti. Bu görev bir konsey tarafından tartışma ve oylama yoluyla yapılacaktı ve bu dini konseye inananların delegeleri katılacaktı. Din adamlığı ya da papaz olma hakkı doğrudan doğruya Tanrı'dan kaynaklanıyordu ve tüm papazlar bu anlamda eşittiler. Dünyevi iktidar dini iktidardan önce geldiğinden, ve aslında iktidar halka ait olduğundan, halkı (laymen) temsil eden laik devlet (lay state) her türlü hakka sahipti. Kilise diyanet işleri başkanlığına indirgeniyordu.

Ortaçağ'da Kilise ve krallar arasında ciddi çatışmalar ortaya çıktı. Kilise'nin halkın zihninde yer etmek için gösterdiği çabanın bir yüzü de budur. Zihinleri ve kalpleri fethetmek gerekiyordu. Kilise toplum üzerinde kurduğu bütün baskıya rağmen hiçbir zaman kendisini rahat ve hakim bir güç olarak hissedemedi. Marsilius'un önemi yazdıklarının radikalliğinden kaynaklanıyor. Yoksa Kilise ve dünyevi otorite neredeyse hep karşı karşıya geliyordu. Benzer şekilde 1328'de William of Ockham da Avignon'a çağrıldı; ancak gitmedi ve Marsilius ve Jean de Jandun'a katılarak Ludwig'in yanına sığındı. Meşhur "Ockham's Razor" isim  babası da aynı anda kilise siyasetine dahil olarak tavrını dünyevi güçten yana koydu ve Ludwig'i destekledi.

Marsilius'a göre Kilise'nin görünür bir lideri yoktu. Aziz Petrus bile diğer Havarilerden daha fazla otoriteye sahip olmamıştı. Papa sadece kendisinden üstün otoriteye sahip olan ekümenik konseyi toplantıya çağırabilme yetkisiyle donatılmıştı ve hiçbir yorumu ve kararnamesi bağlayıcı değildi. Papa sadece Ekümenik Konsey'in kararlarını uygulayabilirdi. Sıradan papazları denetleyecek olansa bölge halkıydı.

Marsilius Kilise'nin yasama, ticaret, mülk sahibi olma vb haklarının dahi onaya tabi olduğunu, dünyevi otorite izin vermezse tam bir minor olan Kilise'nin hiçbir şey yapamayacağını buyuruyor. Defensor Pacis, Papa'nın "hiçbir insan üzerinde yetkisi-gücü olmadığını, olan tüm gücünün sadece İmparator'un onayıyla var olabildiğini", oysa ki İmparator'un tüm insanlar ve Papa üzerinde tüm haklara sahip olduğunu yazıyor. Eh, bu kadarı bile çok önemli çünkü Erken Aydınlanma'ya bile henüz en az 250 yıl var ve insan daha yeni tanımlanıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019