Markaların artık kaçamayacakları bir çağdayız

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Pazarlamayla ilgilenenler için her yıl olduğu gibi, yılın son üç ayı bir konferanstan diğerine koşturmakla geçiyor. Önceki hafta yapılan Digital Age Konferansı'ndan sonra, geride bıraktığımız hafta da Perakende Günleri'yle geçti. Geçen yazımızı Apple ve Steve Jobs'a ayırdığımız için Digital Age Konferansı ve konferansın flaş konuşmacısı Arianna Huffington'ın, medyanın geleceğiyle ilgili öngürüleri bu haftaya kaldı.

Tabii, bu durumda 11'inci Perakende Günleri'nin konukları Bob Thacker'ın "reklam yapmayın, haber olacak kampanyalar yapın" tavsiyesini, TEPAV'dan Prof. Güven Sak'ın kriz ve Türkiye'nin durumuyla ilgili öngürülerini, Deloitte'ten Dr. Ira Kalish'in dünya perakende sektörüyle ilgili fırsatları ve riskleri anlattığı konuşmalarının detayları, ister istemez önümüzdeki haftaya kalıyor.

Bu arada "Perakendeci ve AVM'ci rolleri değişse" başlıklı oturumlarda perakendeci ve AVM'cilerin rol değişimlerinin konferans katılımcılarına son derece keyifli dakikalar yaşatırken, iki tarafta yarattığı empati, fayda ve eğlencenin biraraya getirilmesi konusunda örnek bir deneyimdi. Ayrıca yine aynı oturumda AVM Mfi Pertners Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Yurdum'un bir perakendeciyi canlandırırken gösterdiği performans gerçekten kutlanmaya değerdi. Hele ki, karşısındaki AVM'cilerin (Semih Şeftali/Esse ve Cüneyt Yavuz/Mavi Jeans) "Siz bir perakendeci olarak AVM'ye girerken fizibilite yapmıyor musunuz?" sorusuna verdiği yanıt, Yurdum'un içinde gerçekten bir talk showcu yattığını gösterdi: "Fizibilite çok pahalı oluyor, Yeni bir AVM projesi olduğunda Abdullah Abi'ye gidiyorum, Abdullah Abi 'Gir oğlum' derse giriyorum..."

Gelelim önceki hafta Media Cat'in konuğu olarak İstanbul'a gelen, dünyanın en fazla okunan ve en değerli haber sitesi kabul edilen Huffingtonpost.com'un kurucusu ve Huffington Post Medya Grubu Başkanı Arianna Huffington'ın söylediklerine... Huffington, yaptıkları işin eski medyanın güvenilirliğiyle yeni medyanın zenginliğini birleştirmek olduğunu ve medyada bizi hibrit bir geleceğin beklediğini söylüyor.

Eski medyanın konsantrasyon bozukluğu ile malül olduğunu, yeni medyanın ise obsesif kompulsif (takıntılı) olduğunu söyleyen Hutfington, bu obsesif kompulsif bozukluk sayesinde politik düzenlerin, ticaretin ve markaların değiştirilebildiğini anlatıyor. Eski medyanın aksine, yeni medyada ortaya atılan bir fikrin peşinden pek çok kişinin gittiğini, bir konuda pek çok kişinin yazıp çizdiğini, sorunun pek çok yönüne ilişkin yazıların resimlerin, videoların yüklendiğini ve bu geliştirmenin çok büyük bir etki yaratabildiğini söyleyen Hufftington, bunun da topluma çok büyük bir güç kazandırdığını düşünüyor.

Huffington'a göre eski medya ve yeni medya diye bir ayrım da yapay. Yeni medyanın gelecekte geleneksel medya ile birleşerek onun önemli bir ayağını oluşturacağını düşünen Huffington, bunun sonucunda medyada hibrit yani melez bir gelecek tasavvur ediyor.

Babasının da bir gazeteci olduğunu, pek çok gazete çıkartıp batırdığını anlatan Huffington, Huffington Post'ta yaptıkları işin, intertette oluşan içeriği düzenlemek, güvenilir ve kullanılabilir hale getirmek olduğunu belirtiyor ve bunu bir tür küratörlük olarak niteliyor.

İnternetin artık çocukluk çağını aştığını ve olgun bir iletişim platformu haline gelmeye başladığını düşünen Huffington, yeni dönemin özelliğinin de doğruluk, dürüstlük ve saydamlık olduğunu ifade ediyor. Artık devletlerin de markaların da "kaçamayacakları" bir çağda yaşadıklarını, kaçarak değil konuşarak ve şeffaflaşarak hayatta kalmanın mümkün olduğunu dile getiren Huffington, Wikileaks olayının da şeffaflığa bakış açısını değiştirdiğini söylüyor. Wikileaks'ten önce de devletlerin herşeyi açıklamadığını herkesin bildiğini, ancak gerçeklikle açıklamalar arasındaki uçurumun nasıl olağanüstü boyutlara ulaşabildiğinin Wikileaks olayıyla görüldüğünün altını çiziyor.

Sosyal medyada aleyhlerine konuşulduğu zaman artık markaların da korkup kaçmamaları gerektiğini, kalıp diyalogu sürdürmenin en iyi yol olduğunu, bu durumda birilerinin de markayı savunmaya başladığını örnekleriyle anlatan Huffington'a göre, sosyal medyada güçlenmek için markalarla insanlar arasında bağlantı kurmak gerekiyor.

Yeni dönemde giderek daha fazla sayıda insan katılım yoluyla kişisel tatminini artırıyor ve eğleniyor diyen Huffington, soyunu sürdürme, hayatta kalma ve güç kazanma güdülerinden sonra dördüncü temel içgüdünün "hayata anlam katmak" olduğunu, bu güdünün de sosyal medyayla örtüştüğünü söylüyor. İşte bu nedenle de sosyal medya giderek güçleniyor ve bu güdüyü keşfeden pazarlamacılar, pazarladıkları her şeyde giderek daha fazla "Dünyayı daha iyi bir yer haline getirme" mesajını veriyor. Huffigton, vahşi bir ormana benzettiği internetin ilk dönemini "Kalkınma ve rekabet dönemi", içinde bulunduğumuz ikinci dönemini ise "İşbirliği ve anlam dönemi" olarak adlandırıyor.

Tahrir Meydanı ve Libya gibi günümüz devrimlerinin Twitter gibi sosyal medya araçlarına mal edildiğini söyleyen bir dinleyicinin Huffington'a yönelttiği "Eskiden elimizde Twitter, Facebook olmadığı için mi devrim yapamıyorduk?" sorusuna karşılık Arianna Huffington'ın verdiği cevap aslında insan-teknoloji arasındaki ilişkinin de nasıl algılanması gerektiğini çok iyi özetliyor: "Teknolojinin getirdiği şey hızdır. Teknoloji olmadan da devrim olur, ama teknoloji hız sağlar. Her şey insanın arzularına ve motivasyonuna bağlıdır. Teknoloji yalnızca bir araçtır."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018