Markalar psikolog mu demiştik
Ocak ayında Markalar Psikolog Mu? başlıklı bir yazı yazmış ve iş dünyası odaklı raporlarda “akıl ve ruh sağlığının” en sık geçen konulardan bir tanesi haline geldiğini ifade etmiştim. İletişim dünyasının da şapkayı önüne koyup düşünmesinin ve böylesi kaygılı bir dünyada iletişim kurmanın uygun yollarını yeniden tanımlaması önem taşıyor çünkü tüketiciler artık sadece satın alma davranışına yönlendirmeye çalışan ve içinden geçtikleri zorlukları anlayarak kendilerine destek olmayan markalara karşı mesafeli bir tutum sergilemeye yöneliyorlar. Pandemi, deprem, ekonomi ve savaşlar etrafında belki de hayatlarımızın en depresif dönemlerini yaşıyoruz. Ama pek çok insan hem her şeyi kendi içinde halletmeye çalışıyor hem de yakın çevrelerinde ve sosyal medyada baskı ve önyargılara karşı karşıya kalıyor.
Oysa yapmamız gereken farkındalık oluşturmak ve daha sürdürülebilir bir sosyal sistem yaratabilmek için insanların duygularını ve sıkıntılarını önyargı ve kınanma baskısı olmadan ifade edip yardım arayabilecekleri, destek görebilecekleri bir iletişim ortamı yaratmak.
İşte bu yüzden markaların da elini taşını altına koyması önemli diye yazmıştım ve PUMA, sesimizi duyarak #YorumaKapalı isimli ruh sağlığı ve buna bağlı bazı davranışsal semptomların ayıp veya konuşulamaz tabular değil, normalize edilmesi gereken davranışlar olduğunu vurguladığı ve farkındalık yaratmaya çalıştığı bir kampanyaya başladı. Geçtiğimiz yıl Depresyona Karşı Avrupa İttifakı işbirliği ile depresyon konusunu ele almaya başlayan “hikayem bitmedi” kampanyasının devamı olan süreci çok önemsiyorum. Ruhsal sorunlar gerçek ve hepimizi etkiliyor. Onları yoruma kapatmak yerine konuşarak ve birbirimizi anlayıp destek olarak aşabiliriz. İyi insan olmak da bunu gerektirmiyor mu zaten?
Birlikte başarabiliriz
Karbon emisyonunu ve en önemli yaşamsal kaynaklarımızdan biri olan suyun sorumlu bir biçimde kullanılması sürdürülebilirlik gündeminin en önemli konu başlıklarından. İş ekosistemindeki her sektörün bu iki başlığa ilişkin gerekli adımları atmasına ilişkin beklenti de paydaş baskısı da sürekli artıyor. Tekstil sektörünün de bu konular etrafındaki sorumlulukları büyük çünkü araştırmalar, bu sektörün küresel karbon emisyonlarının yüzde 8’i ile yüzde 10’undan sorumlu olduğunu gösterirken Bain&Company tarafından 6 bin katılımcıyla yürütülen araştırma, tüketicilerin %65’inin tekstil, moda ve hazır giyim sektöründe sürdürülebilir ürün/markaları seçmeye daha sıcak baktığını ortaya koydu. Bu rakamlar bize tekstil sektörünün sürdürülebilirlik anlamında bir dönüşüm geçirmesinin önemini net biçimde ortaya koyuyor. Global markalar, söz konusu süreç ile ilgili adımlar atmaya başladı ancak sektörü önemli oyucularından olan Türk işletmelerinin de konuya sahip çıkması ve regülasyonların ötesinde işleri hayata geçiriyor olmasını da bekliyoruz. Bunu başarmadığımız takdirde ülkemizin tekstil sektöründeki deneyimi ve potansiyelini maalesef ki uluslararası arenaya taşımamız mümkün olamayacak; global markalar artık bu standartları sağlayamayan üreticiler ile yollarını ayırmak zorunda kalacak. Bu nedenle dünyanın global hazır giyim markaları için üretim yaparak ihracatımıza katkıda önemli katkılarda bulunan Sun Tekstil’in NTT Data işbirliği ile Microsoft Sustainability Manager çözümünü iş süreçlerine entegre edip tüm tedarik zincirini kapsayacak ölçme ve denetim sistemleri kurması ve tekstil endüstrisinin en kanayan yaralarından biri olan su kullanımı ile ilgili suyu defalarca arındırarak aynı suyun üretimde sürekli kullanımını sağlayan bir inovatif çözümle üretim yapmaya başlaması benim için haftanın umut yeşerten haberi oldu. Çünkü, karbon emisyon değerlendirmelerinde Kapsam 3 kapsamına giren tedarik zincirinin sanki o kurum ya da marka ile hiç ilişkisi yokmuş gibi değerlendirmeye alınmadığı zihniyetten uzaklaşmamızın ve suya sahip çıkmamızın vakti çoktan gelmişti.
Ama bu yetmez, tüketici olarak bizlerin de dönüşmesi ve hazır giyim sektöründe geri dönüşüm, sürdürülebilir ürün tercihleri ve sorumlu tüketim alışkanlıklarını bir an önce kazanmamız gerekiyor. Hem sektör hem de tüketiciler birlikte hareket edersek daha sürdürülebilir bir sistem yaratmamız mümkün!