Maratona koşarak devam edebilecek miyiz?
Önce yüzeysel kalayım: Önemli makroekonomik göstergelere bakıyorum. Sadece yüzeysel olmakla yetinmiyorum, seçici de oluyorum. Tüm önemli göstergelere değil de bir kısmına odaklanıyorum. Durum şöyle:
Büyüme: Tek kelimeyle müthiş. 2017’de ekonomimiz yüzde 7.4 oranında büyüdü. Yüksek büyümenin ilk üç ayda da sürdüğüne ilişkin önemli emareler var. Mesela sanayi üretimi. Son üç ayda (aralık-şubat) bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla yüzde 12 oranında artmış.
Üstelik (üçer aylar itibariyle) iki haneli üretim artışı ilk değil; geçen yılın ortalarından (haziran-ağustos dönemini kapsayan üç aydan) beri sürüyor. Dahası son üç aydaki yüksek artış üç ayın tümüne yayılmış durumda. Şubat verisi hafta başında açıklandı: Yüzde 9.9. Tamam iki hanede değil ama iki haneye milim mesafede. “İki hane saplantısını” bir tarafa bırakıp, yüzümü başka ülkelere döndürürsem de aynı parlak tablo ortaya çıkıyor.
İşsizlik: Aralık 2016’dan bu yana nerdeyse kesintisiz düşüyor. Dün açıklanan ocak dönemi verisine göre Aralık 2016’da yüzde 12 olan işsizlik oranı yüzde 9.9’a inmiş vaziyette (mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış değerler). Benzer bir gelişme daha önemli olan tarım dışı işsizlik oranları için de geçerli: Yüzde 14.3’ten yüzde 11.7’ye düşüş söz konusu. İstihdam oranı işsizlik oranı kadar dikkat çekmese de çoğu durumda daha iyi bir gösterge. Zira işgücüne kaç kişinin katıldığından, farklı bir ifadeyle kaç kişinin çalışmak isteyip istemediğinden ya da umudu kırılıp iş aramaktan vazgeçip geçmediğinden bağımsız olarak doğrudan çalışan sayısının çalışabilir yaştaki nüfusa oranını ifade ediyor. Orada işler daha da iyi: 2016 ortalarından itibaren sürekli yükseliş var: Yüzde 45.9’dan yüzde 47.9’a çıkmış istihdam oranı.
Şimdi azıcık düşüneyim bu rakamlar üzerinde. Elbette ilk akla gelen soru şu: Yüksek büyüme sürdürülebilir bir büyüme mi? Yani, ekonomide önemli arızalara yol açmadan bu büyüme oranını yıllarca devam ettirebilir miyiz? Kısadan şu: Potansiyel büyüme oranımız yüzde 7 civarında mı? Ya da şöyle sorayım: Maraton koşusunu bu hızla devam ettirebilir miyiz, yoksa bir süre sonra maratona yürüyerek mi devam etmek zorunda kalırız?
Bu soruların yanıtını bulmak zor değil. Farklı açılardan yanaşmak mümkün: Birincisi, uzun dönemli büyüme ortalamamız yüzde 5’in biraz altında. Bu oranın çok üzerinde yıllar boyunca büyümek için önemli adımlar atmış olmalıyız ekonomide. Mesela yatırım ortamını müthiş iyileştirmişizdir. Hukuk sistemi çok güvenilir bir şekilde çalışıyordur. Oyunun kuralları ikide bir değişmiyordur. İnşaat rantını doğru vergilendiriyoruzdur. Kurumlara güven tamdır; liyakate dayalı atamalar yapılıyordur. Falan… Ya da şöyle bakabiliriz: Yüksek büyüme varken enflasyon artmamıştır. Cari işlemler açığımız bize fazla sorun yaratmamıştır. Kaynak bulma sorunumuz yoktur. Dış borçla değil iç tasarrufların hızla artmasıyla kaynak yaratmışızdır.
Oysa öyle olmadığını biliyoruz. Son yıllarda Türkiye’nin ama özellikle de özel kesimin dış borcu hızla arttı. Buna ilişkin sayısız gösterge resmi kayıtlarda mevcut. Mesela şu: Özel sektörün dış borcunun gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 2003 yılında yüzde 15.6 düzeyinde. Oysa 2017’de yüzde 37.2 oldu bu oran. Ya da şu: Özel sektörün döviz açık pozisyonunun gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 2003 yılında yüzde 5.5 düzeyindeydi; 2017 sonunda yüzde 25.9 oldu. Dikkat: Bu rakamlar gerçek artışları gösteriyorlar; gayri safi yurtiçi hasılaya oranla yükseliyorlar. Zaten bu nedenledir ki Türkiye ekonomisi dış şoklara karşı çok hassas. Önemli kırılganlığımız var.
Sürdürülemezlik açısından başka göstergeler de var elbette: Bunların önemlilerinden bir tanesi de bizim bankacılık sektöründeki kredi-mevduat oranı. Şu sıralarda lira cinsinden kredilerin lira cinsinden mevduata oranı tam yüzde 146. Tüm para birimleri dikkate alındığında ise daha düşük ama yine yüksek bir rakam söz konusu:Yüzde 118. Dış borç (kaynak) açısından ulaştığımız sevimsiz durum da dikkate alındığında, bankaların daha hızlı kredi artışına gitmekte isteksiz olacaklarını gösteriyor bu oranlar. Türkiye ekonomisinin önündeki önemli bir engele ışık tutuyorlar. Çift hanelerde gezinen enflasyonu ve artan cari açığı da ekleyebilirsiniz sürdürülemezlik tablosuna.
Şimdi işgücü piyasasında yukarıda özetlediğim son derece olumlu gelişmelere bu kırılganlıklar ışığında bakın. Ve unutmayın: Önemli olumlu gelişmelere karşın hala yüksek bir işsizlik oranımız var ve istihdam oranımız da uluslararası standartlarda çok düşük. Büyüme sürdürülemez ise, işgücü piyasasında son bir buçuk yıldır gözlenen olumlu gelişmeler devam eder mi?
Vakalarla kavga olmaz. Onları önce kabul etmek, sonra arkalarındaki nedenleri doğru saptamak, daha sonra da çözmeye çalışmak gerekiyor. Siyaseten ne söylenirse söylensin, ardı sıra açıklanan teşvik paketleri durumun şu ya da bu ölçüde farkında olunduğunu gösteriyor. Ama çözüme yönelik adımlar doğru değil; sorunları daha da ağırlaştıracak gibi duruyorlar. Demek ki ya nedenler tam olarak görülemiyor ya da görülüyor ama seçim gündemi doğru adımlara izin vermiyor. Sanki ikincisi gibi. Öyle ya, benim gördüğümü ekonomi yönetimi neden göremesin ki?