Manevi gaziler...
Gazi’nin kelime anlamını hepimiz biliriz; ülkesi ve toprağı için savaşmış ve bu savaşta yara almış kişilere halk arasında bu adı verir, onlarla da sürekli övünür ve gurur duyarız. Peki manevi gaziler de nereden çıktı, bunlar da kim diyorsunuz şu anda muhtemelen. Bir ulusun halkı, bazen dış ülkeler ile bazense ülke içerisindeki kendini gizlemiş gizli düşmanlar ile savaşır. Tıpkı 15 Temmuz’da hepimizin verdiği savaş gibi.
İlginç bir dönemden geçtik; önce bir sabah Ergenekon davası ile büyük bir şaşkınlığa uyandık; bir çok komutanımız, generalimiz ve askerimiz soruşturmaya alındı, bir çoğu tutuklanarak cezaevine konuldu. Hemen ardından, Balyoz davası ve soruşturmasından haberdar olduk. Şaşkınlığımız birkaç kat daha arttı. Generallerimizin, paşalarımızın ve hatta birçok bürokratımızın vatan haini olduğunu düşündük, buna inandık; meğer ne kötü insanlarmış dedik. Bir tarafımız böyle düşünürken, diğer tarafımız inanmak istemedi. Bu işin içinde bir gariplik olduğunu sezinledik. Öyle ki, onurlarına yönelik bu saldırı sonrasında yaşamını yitiren Genelkurmay mensuplarımız dahi oldu. Şaşırmayı sürdürdük, ne olup bittiğini anlamaya çalıştık; zorlandık, adeta hep birlikte akıl tutulması yaşadık, bizlerin de tüm dünyanın da çözemediği şeyler oluyordu. Hepimiz son derece üzülüyor, bu suçlanan kişileri, hiçbir günahları olmadığı halde vatanına ihanet eden insanlar olarak görüyor, böyle düşünmeyi istemesek de maalesef bundan kendimizi alamıyorduk.
Derken, bir gün paralel hükümet diye bir oluşumun varlığından söz edilmeye, bunun da bugünkü terminoloji ile FETÖ’nün bir tezgahı olduğu yavaş yavaş anlaşılmaya ve su yüzüne çıkmaya başladı. Ama bu süreç ve 15 Temmuz’daki kalkışmaya kadar olan yanlı tutum; bir yandan bahsettiğim gibi pek çok suçsuz insanın cezaevlerinde günahsız yere yatmasına ve tüm çevrelerinin zarar görmesine neden olurken, diğer yanda Türkiye ekonomisine de büyük zararlar verdi.
Örnek vermek gerekirse, ekonomimiz için çok büyük önem arz eden dış ticaret konusundaki başarıları ile dünyanın sayılı bankalarından bir tanesi olan önemli bir kamu bankamızın, bu süreçte gereksiz yere itham edilmesi ne yazık ki bu kuruluşu oyundan kopardı, sıralamada geriye düşürdü ve halen bu yaralar sarılmaya çalışılmakta. Dış Ticaret’i her daim savunan ve ekonomideki yerine değinen bir kişi olduğum bilinir. Ekonomimiz açısından son derece önem taşıyan Avrupa Birliği sürecimizi mücadeleci yönüyle sürdüren Avrupa Birliği Bakanımız Egemen Bağış ile yine tüm iç ve dış ticarete yönelik düzenlemeleri uhdesinde bulunduran Ekonomi Bakanlığı’nın başında yer alan Bakanımız Zafer Çağlayan gibi isimler de aynı oyunun kurbanı oldular ve o dönem için karalanarak görevlerinden ayrıldılar. FETÖ’cü güçlerin, 15 Temmuz’da gerçekleştirdikleri kalkışma; ülkemiz üzerinde oynanan bu oyunun son perdesi oldu ve maskeleri düşürdü. Artık; gerek yukarıda sözünü ettiğim Bakanlarımızın, gerekse cezaevlerinde haksız yere yatan başta savunma sanayi mensupları olmak üzere tüm mağdurların suçsuzluğu tescillenmiş ve alınları ak hale gelmiş oldu. Kalkışmanın üzerinden 5 ay geçti, unutmamalı, unutturmamalı, daha fazla kenetlenerek, böyle bir olaya tekrar izin vermemeliyiz. Yaralar sarılıyor, bu elbette ki kolay olmayacak ve daha zaman alacak. Bir Çin atasözü; pirinçlerin içindeki siyah taşları ayıklamak kolaydır, zor olan beyaz taşlardır der. İçimizde yaşayan bu beyaz taşlar temizlenene kadar elbette kendimizi tam olarak mutlu hissedemeyeceğiz.
Yaşanan kayıplar, 15 Temmuz kalkışmasında can veren şehitlerimiz, yara alan gazilerimiz, kamuda yaşanılan kan kayıpları, gereksiz yere yerinden olan bakanlar ve bürokratlar, mağdur edilen ve üzerinde pek çok oyun oynanan özellikle yabancı sermayeli şirketler. Hepsi birbirinden üzücü, hepsi birbirinden acı verici. Yaşanmasa iyiydi, ancak yaşandı. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, milletçe hepimize büyük geçmiş olsun diyorum. Şimdi tekrar değerlendirelim; eğer savaşta yara alan kişilere gazi diyor isek, bu bahsettiğim süreçte yara alan her bir kişiye de manevi gazi dememiz yanlış mı olur?