Mali anayasa ve vergi örneği

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Biraz son dünya krizinin hakim paradigmaları değiştiren niteliği, biraz da Türkiye'nin piyasa ekonomisinde ve kriz yönetiminde artan deneyimi nedeniyle gündemdeki tartışmaların farklı içerikler kazandığını görüyoruz. Bunlardan biri de birdenbire öne çıkan anayasa değişikliği girişimi. Gerçi mevcut öneri kapsamlı bir değişikliği öngörmüyor ve daha çok siyasal hükümler ve demokratik sistemin işleyişi ile ilgili düzenlemeleri kapsıyor. Ancak bu vesile ile sistemin taraflarından ve toplumun çeşitli kesimlerinden yükselen talepler ve argümanlar daha geniş bir kapsamın gereği üzerinde durduğu için çok daha farklı alternatiflerin tartışılmasına yol açıyor. Devletin bir piyasa oyuncusu olarak sistemin içinde yer alması fikri fazla taraftar bulmasa da, oyunun kurallarını koyan, denetleyen ve risk yönetimini yüklenen taraf olarak daha fazla sorumluluk alması gerektiği konusunda yaygın bir mutabakat var. Bu rolün siyasal dalgalanmalarla aksamaması için anayasa'ya da bazı koruyucu mekanizmalar yerleştirmesinin, bu sorumluluğun kurumsallaştırılmasını sağlayacağı öne sürülüyor.

İstikrar da gerekli esneklik de…

Bunun bir örneği, geçen hafta irdelediğimiz “mali kural” konusunun hükümetin taahhüdü hatta yasa ile yetinilmeyip anayasada düzenlenmesi önerisi. Özellikle başta Almanya olmak üzere bazı ülkelerin bunu tercih etmesi de destekleyici argüman olarak kullanılıyor.

Özellikle görünür gelecekte küresel krizin temelindeki belirsizliklerin son bulmasının söz konusu olmaması, Türkiye'nin ise kriz öncesinde de mevcut olan yapısal darboğazlar ve sürdürülebilirlik sorunlarına bir de şimdi siyasal yapı ile ilgili belirsizliklerin eklenmiş olması, farklı istikrar unsurları arayışlarını en azından ilk bakışta haklı kılar gibi. Ancak anayasa gibi temel bir dokümanın olabildiğince üst düzeyde ilkeler seti olarak kalması gereği ve gelişen koşullara göre değişebilecek ayrıntılara inmemesi gerektiği de genellikle kabul edilen bir husus.

Üstelik Türkiye gibi gelişmiş batı ülkelerinden çok daha fazla hedefi olan ülkelerde eldeki az sayıda avantajdan biri olan esneklik ve hızlı karar verme olanağını ortadan kaldırmak ta ciddi bir risk. Yapılacak şey, olsa olsa anayasada yer alan mali nitelikteki hükümleri, günün koşullarına daha fazla cevap verecek, bu arada maliye politikalarında hem risk güvenliğini sağlayacak hem de ihtiyaç bulunan esneklikleri yok etmeyecek bir hale dönüştürmek olabilir. Bunun için ise akademik dünyanın, kamu yönetiminin ve sivil toplum temsilcilerinin katılacağı ciddi ve kapsamlı bir tartışma süreci gerekli.

Vergi alanındaki durum

Yapılacak düzenlemelerin hassasiyetini açıklamak için mevcut anayasamızda vergi ile ilgili olarak yer alan hükümlere bakabiliriz. Dolaylı olarak ilgili sayılabilecek hükümleri ve yargı mercileri tarafından vergi konusunda da sıkça uygulanan “eşitlik” ilkesini bir yana bırakırsak anayasamız esas itibariyle 73 üncü maddesi ile bu alandaki temel ilkeleri “verginin yasa ile konulması” ve “herkesin mali gücüne göre vergi ödemesi” şeklinde düzenlemiştir.

Asgari düzeyde sayılabilecek bu düzenleme bile zaman zaman tartışmalara yol açmaktadır. Ancak iş bununla kalmıyor. Tartışmaların ikinci boyutu bu düzenlemenin yeterli olup olmadığı ve uygulama sorunlarının önüne geçilmesi için başka bazı hükümlere ihtiyaç bulunup bulunmadığı ile ilgili.

Mevcut anayasal ilkeler konusundaki tartışma ve eleştirilerin birincisi, yasalarda Bakanlar Kurulu'na devredilen bazı yetkilerin yasallık ilkesinin sınırlarını aştığı hususunda yoğunlaşıyor. Gerçekten yasaların hükümlerinin uygulama esasları ile sınırlı kalacak ve tavan-taban düzeyleri yasa ile belirlenmiş (oran vb.) alanlardan taşmayacak bir yetki devri tanımlaması yerinde olacaktır.

Doğru olan ne?

İkinci boyuttaki tartışmalar ise daha karmaşık. Yasallık ilkesi üzerinde, vergi koyma hakkı ve demokrasi arasındaki tarihsel ve köklü ilişki dolayısıyla, yaygın bir uzlaşma söz konusu iken, “mali güç” ilkesine bazı yönlerden itiraz ediliyor. Yargının genellikle eşitlik ile birlikte harmanlayarak yorumladığı mali güç kavramının, artan ve yoğun rekabet ortamında çetrefilleşen yatırım ve büyüme ihtiyacını dikkate almadığı, sermaye maliyetini yükseltecek ve istihdam talebini köstekleyecek sonuçlara yol açabileceği ileri sürülüyor. Ayrıca mali güç tanımının duruma ve bakış açısına göre farklı tanımlanabilecek bir kriter olduğu, anayasal kavramların net ve açık olmasında yarar bulunduğu da bir gerçek.

Öte yandan vergi alanında referans olması gereken daha önemli ilkelerin olduğu, sözgelişi “yasaların geçmişe yürütülmemesi” gereğinin güvence altına alınmasının hem mükellef hakları, hem de öngörülebilirlik ve yatırım ortamı bakımından öncelikli olduğu savunulabilir.

Bu bağlamda bazılarınca seslendirilen bir düşünce de vergi düzenlemelerinin geniş ölçüde bütçe yasaları ile belirlenmesi. Ancak böyle bir uygulamanın yasallık ilkesi ile uyum sağlamayacağı ve tıpkı kararnameler gibi daraltılmış bir alanda uygulanması gerekeceği de açık.

Sözün kısası, yasaların gerekçelerine bile yeterince özen gösteremezken, anayasanın mali hükümlerini geliştirmek için yeterince tartışıp düşüneceğimize emin olmamız lazım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019