“Malala’nın BM Ziyareti”
Geride bıraktığımız Cuma günü Milliyet’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Kî-Moon, başlığını aynen bu yazıya taşıdığımız mesajında “…Genç nüfus dünya tarihindeki en yüksek seviyeye ulaşmış bulunuyor. Bu yetenek, enerji ve fikir deryasından en iyi şekilde yararlanmamız gerekiyor. Ancak, ilkokula gidemeyen çocukların sayısı hala 57 milyon gibi bir seviyede bulunuyor, ”saptamasını yapıyor; “…Kadınlar ve kız çocukları eğitildiğinde hem ailelerin hem de toplumların kalkınmasına hız kazandırıyor. Bir kız çocuğunun okula gittiği her yıl için ileride elde edeceği geliri yüzde 20 artırmış oluyor.(…) Kız çocuklarının okuduğu yerlerde ekonomiler gelişiyor; sağlık koşulları iyileşiyor ülkeler güçleniyor” diyordu.
Ban Kî-Moon’un uyarıları eskilerde kalmış bir anıya döndürdü zihnimi.
Özel işlerimin olmadığı her Cumartesi günü Dünya Gazetesi’ne gidiyordum; Nezih Demirkent’le ilgilendiğimiz konuları değerlendiriyorduk. Gazeteye geç gittiğim bir Cumartesi günü Nezih Demirkent’in odasının kapısına vardığımda içerde üç kişi oturuyordu…Beni görür görmez , “Hoca nerde kaldın? Seni bekliyorduk, seninle işimiz var!” dedi.
Arkadaşını tanıttı…Ülkemizin önde gelen varlıklı insanlarından biriydi; doğduğu yörede insanlara aş ve iş sağlayacak, uzun dönemli geleceklerini güven altına alacak ciddi bir üretim tesisi kurmayı düşünüyordu. Doğduğu topraklara vefa borcunu ödeyecekti.
Anadolu’da sürekli gözlem yapan biri olduğumu biliyor, görüşlerimi almak istiyorlardı.
Konunun ciddi bir iş planı gerektirdiğini, yerinde inceleme yapmadan bir şey söylersem yanıltıcı olacağını belirtim… Bir süre sonra yöreyi inceledim, farklı iki not hazırladım: Birinci notta, yerel kaynaklara dayalı bir üretim tesisinin yaratacağı maddi ve kültürel zenginliklerin etkilerini irdeledim… İkincisinde de, yöre gençlerine eğim-öğretim sağlayan bir yapılanmanın olası etkilerini değerlendirdim.
Üretim tesisi kurulmasına ilişkin notum yaklaşık otuz sayfa kadardı…Eğitim-öğretimle ilgili olan da, maddeler halinde sıralanmış bir buçuk sayfa…
Notları sunmak için toplandığımızda kendilerine bir soru yönelttim: “Amacınız toprakları m, insanları mı kurtarmak? Aldığım yanıta göre bu notlardan birini sunacağım; diğerini yırtacağım” dedim…Nezih Bey ve dostu itiraz ettiler ama, kararlı olduğumu kendilerine ilettim.
İş insanımız, “ Tabii ki amacımız insanların zenginliğini artırmak, insanı kurtarmak!” dedi…
Elimdeki kapsamlı notu yırttım; kısa notu kendilerine sundum…Yırtılan nottaki saptamalarımı da sözel olarak özetledim.
Yörede yapılan bir eğitim-öğretim kurumunun etkilerini daha sonraki yıllarda da izlemeye çalıştım: Toprakları kurtarma amacını fetiş haline getiren anonsu kendinden büyük projelerin israf ettiği kaynakları doğru konulara, doru yerlere, doğru zamanlarda kullanabilseydik, ülkemizin birçok sorunu gündemden düşmüş olurdu. Ezberlerimiz, yerleşik doğrularımız, önyargılarımız, kör inançlarımız, bildiğini zannettiklerimize aşırı bağımlılıklarınız kendi yalanlarımızı gerçek sanma illüzyonuna taşıyor bizleri. Ayrıntı sorgulamadan, bütünle ayrıntı arasındaki bileşen ve bağlam dengesini kurmadan inandıklarımıza büyük emek, zaman ve para harcadığımız oluyor…
Ban Kî-Moon’un eğitim-öğretimle ilgili saptamaları, özellikle de kadınların eğitimine yaptığı vurguyu okuyunca üç yalın ilkeyi bir kez daha anımsatmak gerektiğini düşündüm: Net bilgi sahibi olma, etkin kaynak koordinasyonu ve odaklanma aşamalarına özen göstermeliydik, alabildiğine özenli olmalıydık.
Muğla’da şirin bir kahvede masanın üzerinde ki camın altında şöyle bir söz vardı: “Devlet adamları gelecek nesilleri, politikacılar gelecek seçimleri düşünür. “ Baskın olan “politikacı tutumu” önceliklerin belirlenmesinde “sapmalara” yol açıyor ama, biz aynı yanlışları durmadan, dinlenmeden ve yorulmadan yineliyoruz.
Hepimiz geleceği düşünmeliyiz. Kadının eğitimi, iş yaşamına katılımı en önemli sorunumuz olmalı, en çok odaklandığımız alanı oluşturmalı…Sonra da insanların eğitiminin, onları belli yerlerde tutmadan daha önemli olduğunun bilincine varmalıyız…