Makinesiz yatırımlarla büyüme!
Yüzde 5.1 olarak açıklanan 2. çeyrek GSYH artış oranı, piyasa beklentisi de bu seviyelerde olduğu için, herhangi bir sürpriz etkisi yaratmadı. Harcamalar tarafına baktığımızda büyümedeki ivmenin sabit sermaye yatırımlarından ve ithalat-ihracat farkından kaynaklandığı görülüyor. Bu dönemde kamunun tüketim harcamaları yüzde 4.3 azalırken, hanehalklarının tüketimi sadece yüzde 3.2 artmış.
İlk bakışta sermaye yatırımlarındaki yüzde 9.5’lik artış olumlu bir gelişme olarak gözükebilir. Sonuçta, yüzde 5.1’lik büyümenin yüzde 2.9’u bu kalemden sağlanmış. Geçen sene milli gelir hesaplamasında yapılan revizyon öncesinde yatırımların GSYH içindeki payı yüzde 24 civarındaydı. Revizyon sonrasında ise bu pay yüzde 30’ların üzerine çıktı. Bu artış büyük ölçüde inşaat yatırımlarıyla ilgili verilerin düzeltilmesiyle sağlandı. Nitekim yatırım harcamalarının detayına baktığımızda bu çeyrekte de esas etkinin yüzde 25’lik artışla inşaat yatırımlarından geldiği görülüyor. Ancak inşai yatırımların büyük ölçüde “ölü yatırım” olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. (Verilerde bu yatırımların kamu-özel veya konut/ ofis/fabrika/yol şeklinde ayrımı yok maalesef.) Makine ve teçhizata yapılan yatırımların aksine, bu tip yatırımlar ileriki dönemlerde mal üretimi ve döviz geliri sağlamıyor, sanayinin kapasitesini artırmıyor. Üstelik toplam yatırımlar içinde inşaat yatırımlarının payı (yüzde 61) giderek de artmakta.
Makine ve teçhizat yatırımları ise son 5 çeyrektir duraklama ve gerileme içerisinde. Bu sene ilk çeyrekteki yüzde 12’lik daralmadan sonra bu çeyrekte de bu türden yatırımlar yüzde 8.6 azalmış durumda.
Bu durumun Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki üretim ve üretkenlik potansiyelini zayıflattığını söylemeye bilmem gerek var mı? Yatırımlarla ilgili diğer bir soru işareti ise tam kompozisyonunu bilmemekle birlikte inşaat yatırımlarının önemli bir kısmının konut ve ofis olduğundan hareketle, önümüzdeki dönemlerde bu yeni bina stoklarının atıl kalması sonucunda, bugün büyümeye yüksek katkı yapan bu sektörün ileriki dönemlerde durgunluğa girerek aksi yönde bir etki yapması ihtimali. (GSYH’nin üretim tarafında yer alan ‘gayrimenkul faaliyetleri’ndeki artış ise sadece yüzde 1.7. İnşaat sektörüne bu kadar yatırım yapılırken satış faaliyetlerinin bu kadar zayıf kalması bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor.)
Büyümeye diğer önemli katkı ise yüzde 1.7 ile dış ticaretten sağlanmış gözüküyor. Mal ve hizmet ihracatı, 2017 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre zincirleme hacim endeksi olarak yüzde 10.5, ithalatı ise yüzde 2.3 arttı. (Esasında, aynı dönemde dolar bazındaki artış ihracatta yüzde 8.9, ithalatta ise yüzde 9.5 olmuştu. İthalattaki artışın oransal olarak daha yüksek olmasına rağmen dış ticaretin büyümeye net etkisinin pozitif olması ilginç gelebilir. Bunun sebebi ise 2 dönem arasında ithalat birim değer fiyatları artarken, ihracat birim değer fiyatlarının azalmış olması.)
GSYH’nin üretim tarafına baktığımızda ise milli gelirin yarısına yakınını oluşturan sanayi ve hizmetlerin bu dönem sırasıyla yüzde 6.3 ve 5.7 artış gösterdiği görülüyor. Yeni seri ile birlikte TUİK tarafından her ay açıklanan sanayi üretim endeksi ile GSYH’de yer alan 3 aylık sanayi rakamları arasındaki ilişkinin tamamen kopmuş olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda var. 2. çeyrekte üretim endeksine göre yüzde 2.2 kadar artış gerçekleşmişken, bu artış oranı milli gelir rakamlarında yüzde 6.3. Aradaki farkı yaratan sebep bir verinin anketler sonucunda, diğerinin ise Maliye Bakanlığı kayıtlarından elde ediliyor olması. Sonuçta bu verilerden biri ciddi şekilde yanlış ama hangisi?
Bu dönemde geçmiş dönemlerle ilgili bazı revizyonlar da yapıldı. Geçen senenin 3. çeyreğine ilişkin revizyon sonucunda o dönemde yüzde 1.3 olarak açıklanan daralma yüzde 0.8’e çekildi. 4. çeyrek büyümesi ise yüzde 3.5’ten 4.2’ye yükseltildi. Bu revizyonlar sonucunda 2016 tüm sene büyümesi de yüzde 2.9’dan yüzde 3.2’ye çıkmış oldu. Geçen sene 3. dönem daralmasının azalması bu senenin 3. dönemindeki pozitif baz etkisini bir miktar azaltacaktır. Gene de temmuz ve ağustos ayına ilişkin öncü veriler 3. çeyrekte oldukça yüksek bir milli hasıla artışı görebileceğimize işaret etmekte. Ancak bu büyüme sonraki dönemlerde de ‘sürdürülebilir’ bir büyüme mi? O ise tartışılır.