“Mahalle baskısı” girişimciliği çürütüyor mu?
İŞ’LE BULUŞMALAR'IN 34’üncüsü Kocaeli’nde yapıldı. Toplantıda gelenekselleşen anlatımlardan biri de başarılı iş örneklerini yaratanların konuşmaları. Bu kez Ekber Onuk, hücumbot üretiminde sektör kurallarını belirleyen öncü konumuna nasıl geldiklerini aktardı.Savunma sanayi gibi standartları yüksek ve her anlamda hassasiyetleri olan bir üretim alanında bir numaraya oynayabilme, ciddi entelektüel kapasitesinin yanında ileri düzeyde de sistem kapasitesi gerektirir.
Taner Berksoy ile birlikte Ekber Onuk’la söyleşirken, aktardığı bir gözlemini sizlerle paylaşmak istiyorum: “Japonya’da homojen toplumun kuralları öylesine katı ki, kelimenin tam anlamıyla ‘mahalle baskısı’ son yıllarda yaşanan durgunluğu yaratan en önemli etkenmiş gibi gözüküyor”
Onuk’un saptaması, aklımıza, “Küreselleşme sürecinin hızlanması aşamasında öncü ülke olan Japonya’da endüstrideki gelişmenin hız kesmesinin arkasında, evrimin beş aşamasından biri olan “yalıtımın” aşırı değerlendirilmesi mi var?”sorusunu getiriyor.
Geleneklere aşırı değer yükleyip, taassup haline getirdiğimiz ve düşünceleri kuşattığımız zaman, gelişmenin kanallarını da tıkamış oluyoruz. Otoriteye itaat, topluluk çıkarlarının bireyin çok üstünde tutulması yaratıcı düşünceyi öldürüyor.
Her şeyin göz önüne serildiği, dünyanın küçük bir köy olma özelliğinin giderek arttığı, karmaşıklığın alabildiğine yayıldığı, uzmanlaşmaların derinleştiği, disiplinlerarası kapsayıcı bakışın hayati önem taşıdığı bir zaman kesitindeyiz. Bu yeni dönem insanının kendi kendiyle başa çıkacak içsel ve deneysel donanımlara sahip olması, kendi hak ve çıkarlarını koruyacak bireysel bilinci geliştirmesi, düşüncede ve davranışta bağımsız hareket edebilmesi önemli.
Gelenek ve göreneğin taassubu ile kuşatılan hiçbir alanda, çağın ihtiyaçlarına yanıt verecek yapılar oluşturulamıyor; işlevler tanımlanamıyor ve kültür geliştirilemiyor.
Japonya’nın son dönemde ataklar yapamamasının nedenlerinden birinin de gelenek taassubunun yarattığı ‘mahalle baskısı’olduğunu; bunun toplumun “girişimci enerjisinin’ açığa çıkmasını engellediğini kabul ediyorsak, durup kendimize nasıl çeki-düzen vereceğimizi düşünmek zorundayız.
Öncelikle ve özellikle iş yaşamında “inanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü sınırlarını” iyi belirlemeliyiz. Düşünce alanı olan üretimde, inanç alanının değerler sistemini öne çıkarırsak, toplumun gelişmesini engelleyen bir tutumun yaygınlaşmasına fırsat yaratırız.
İkincisi, geleneğin dayandığı “temel varsayımları sorgulamaktır.” Geleneklerin gelişmeyi özendiren, güven altına alan özellikleri kadar, gelişmeleri engelleyen tutucu özellikleri de olabilir. Toplumun maddi ve kültürel zenginliğinin artmasını istiyorsak, geleneğin tutucu özelliklerinin bir ‘mahalle baskısı aracı’ haline gelmesini engelleyecek önlemleri de almak zorundayız.
Üçüncüsü de, günün ihtiyaçlarına cevap veren varsayımlarla bir “zihni model” oluşturarak, kararlarımızı verirken, zihni modelin çerçevesini kullanmaktır. Bir kuram ve zihni model aracına sahip olmadan, “anlama ve anlatmayı” tam, doğru ve temiz biçimde yapamaz, net bilgininin gücüne erişemeyiz.
“Mahalle baskısını” yaygınlaştıran ve derinleştiren değerlerin, iradenin ve yararların tanımlaması yapılmamışsa, sağlıklı bir geleceğe yürünemiyor. Yürünemiyor; çünkü söz konusu gelişmeler “girişimci enerjisini çürüten kurt işlevini” görüyor.