Madalyonun diğer yüzü
Finansal piyasaların geleceğe yönelik beklentileri fiyatladığı söylemi oldukça uzunca bir süredir gerçeği yansıtmıyor; zira iyimserliği, faaliyet dışı gelirlere olan bağımlılık nedeniyle sadece kısa vadeli ihtiyaçları karşılamak amacı ön plana çıkıyor, ağırlaşan sorunlar ve büyüyen dengesizlikler tümüyle ihmal ediliyor. Aksini iddia edenlerin öncelikle yaşanan krizin sebepleri konusunda kafa yorması gerekiyor. Veya Merkez Bankası'nın hazinelerin finansal piyasalara verdikleri hesapsız destek kesilse gerçekler o zaman açığa çıkacak; iyimserliğe bağımlı olanlar komaya girecek, veya birbirlerini yiyecek. Finansal piyasaların, kısa vadeli ihtiyaçlarını karşılamak için ürettiği senaryo ve masalları gerçek sananların sayısı arttıkça tehlike büyüyecek.
Başta Çin ve Hindistan olmak üzere önemli konumdaki gelişmekte olan ekonomilerden gelen yatırım haberleri finansal piyasaları coşturuyor. Malum senaryoya göre gelişmiş ekonomilerin küresel rolü azalacakmış ve gelişmekte olanlar dünyamızın lokomotifi olacakmış; onların büyümesinin yapısı değişecek ve ihracatın yerini iç talep artışı alacakmış! 2009 yılında Çin hükümetinin 578 milyar dolarlık yatırım kararı bu bakış açısı nedeniyle malum kesimler tarafından coşkuyla karşılandı. Keza Hindistan'ın önümüzdeki 10 yılda 1,5 trilyon dolarlık yatırım planladığı yönündeki haberler de benzer etki yaptı. Evet bu ekonomilerde bir hareket olacak, altyapı yatırımları ile birlikte üretim kapasiteleri de artacak; fakat iç taleplerindeki artış belli bir aşamadan sonra yine ihracata bağımlı olmaya devam edecek, emek maliyeti açısından en ucuz bölgeler arasında olmaya devam edecek ve muhtemelen başta emek yoğun sektörler olmak üzere sınai üretim alanında tekel haline dönüşmeye devam edecekler. Dünyanın belli bir bölgesindeki sorunlar kısa vadede aşılıyormuş gibi görünürken küresel nitelikte olanlar ağırlaşmayı sürdürecek.
Bir an için düşünün; Çin ve Hindistan'daki sınai üretim kapasitesinin bir kaç kat arttığını varsayalım; istihdamla birlikte iç talep de doğal olarak artacak, fakat bu durum çok yüksek olan tasarruf oranlarının da düşeceği anlamına gelmeyecek. Gıda ve enerji fiyatları yükselir iken düşen mal ve hizmetlere yönelik talep daralacak; zira zorunlu ihtiyaç ve hammadde talebi artarken diğer ürünlerde arz artışına karşın talep daralıyor olacak. Başta gelişmiş ekonomiler olmak üzere ya sınai üretim bitecek ve istikrarsızlık artacak, ya da korumacı önlemler çeşitlenerek yaygınlaşacak; kamu cephesinde bütçe açıkları büyürken, mali sektörde sorunlu krediler artacak, ekonomik daralma yanı sıra enflasyon ve işsizliğin artıyor olması durumu kronikleşecek. Finansal piyasalar ise ihtiyaçlarını karşılayamadığı için hayata veda etmiş olacak, daha önce alınmış kağıtları duvar kağıdı yapmak veya başka bir amaçla kullanmak dışında seçenek kalmayacak.
Çin, Hindistan, Rusya ve Brezilya başta olmak üzere gelişmekte olan ekonomilerde yaşanacak büyümeden pay almak yarışında olanlar, belki kısa vadede günü kurtarıyorlar fakat bindikleri dalı kestiklerini farketmiyor veya fark edilmesini istemiyorlar. Hadi anladık Çin ve Hindistan gibi ekonomiler ucuz emeğin adresi oldukları için, Rusya ve Çin fiyatı yükselmesi beklenen gıda enerji ve diğer hammaddelerde ihracatçı olduğu için görece daha avantajlı gelişmekte olan ekonomiler olarak öne çıkıyor. Fakat Türkiye için durum farklı; emek rekabet ettiğimiz ilkelere göre pahalı; zorunlu ihtiyaç maddelerinde ithalatçıyız, asıl önemlisi faaliyet gelirleri azaldıkça tasarruf açığımız da büyüyor. Bu yapımızla bundan sonra yaşanacaklardan en olumsuz etkilenecek ülke sıralamasında liderliğe adayız. Hal böyle olunca nasıl oluyor da avantajlı olanlarla aynı kefeye konuyoruz? Bu hatayı yapanların ya aklından ya da niyetinden şüphe edilmez mi?