Liralaşma stratejisine jeopolitik çerçeveden bakmak

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Liralaşma stra­tejisine jeopoli­tik çerçeveden bakmak Seçimlere yaklaşık bir ay kaldı. Bu süreçte “Liralaş­ma Politikasının” tüm hızıyla devam et­tiğini görmekteyiz. Geçtiğimiz haftalar içinde ön­ce KKM, ardından da bankalar üzerinden Liralaşma stratejisi ile ilgili bir dizi yeni düzenle­meye şahit olduk.

KKM’de Ha­zine destekli TL ürünler için faiz tavan sınırı kalktı; vade es­neklikleri sağlandı. Ocak so­nunda dövizden dönüşlü kısma yapılan düzenlemeyle faizi (kâr payı) yükselen bu ürüne, son verilere göre rekor talep geldi ve 1.7 trilyon liralık bir bakiye­ye ulaşıldı. Ardından geçen haf­ta TCMB bankalar üzerindeki Liralaşma politikasını önemli ölçüde sıkılaştırıcı hale soka­cak düzenlemeleri uygulamaya aldı:

-Menkul kıymet tutma oranı ve de Z/K’lar üzerinden kredi faizinde aşağı yönlü, mevduatta ise lira oranını arttırıcı bir dizi önlemi uygulamaya soktu,

-Kredilerde referans faiz kat­sayısının üst sınırını aşan kre­diler için ek menkul kıymet yü­kümlülüğünü yüzde 90’dan yüz­de 150’ye çıkardı,

-TL'nin toplam mevduat için­deki payı yüzde 60'ın altında olan bankalara ilave 5 puan ya­bancı para zorunlu karşılık ge­tirildi,

-Bilançodaki TL payı yüzde 60 ve yüzde 70’in üzerinde olan bankalar için ise, 5 ve 7 puan indirim uygulayarak, bir çeşit ödüllendirme sistemi geliştiril­miş oldu.

Tüm bu düzenlemelerin or­taya çıkardığı sonuç; bankalar nezdinde kredi/mevduat maka­sının mevduat lehine açılması­nı, kamunun bankalar ka­nalıyla düşük faizle borç­lanmasını ve seçimlere de çok az bir süre kalmış­ken oluşan belirsizlik ne­deniyle ne yazık ki kredi kanallarının tıkanmasını beraberinde getirmekte­dir.

KKM tarafından ba­kıldığında ise dövize en­deksli ve yoğun talep gören bir ürün olarak, dolarizasyon ile ilgili tartışmaları körükledi­ği görülmektedir. Faiz ile ilgi­li yapılan düzenlemelere je­opolitik açıdan da değerlen­direcek olursak: Bugün ABD merkez bankası Fed, piyasa ile muhteşem iletişimine rağmen zaman zaman çatışıyorsa bu­nun nedeni; piyasanın çoğun­lukla faiz artışlarının duracağı yönünde bir fiyatlama eğilimi içinde olmasından ve de faiz ar­tışlarının bankacılık krizlerini körüklediğini düşünmesinden kaynaklı.

Bizde ise, liralaşmayı şart koşan TCMB’nin düzenle­meleri ve bu düzenlemelerin is­tenen etkiyi yaratmadığını sa­vunan bankalar, bireysel yatı­rımcılar hatta ihracatçı ve turizm sektörü temsilcileri­nin çatıştığını görüyoruz.

Faiz üzerinden yürütülen tartışmaların kaynağı nereye dayanıyor?

Fed’e direnen piyasa; düşük faiz ortamına 10 yıldır alışık olan, ilave olarak da “batama­yacak kadar büyük” (too big to fail) fikrine 2008 krizinden sonra angaje olmuş, risk sever bir piyasa. TCMB’e direnen pi­yasa ise; “yüksek faiz, düşük kur” ortamına 1980’lerden sonra angaje edilmiş, riski pek sevmeyen (borsası, sermaye piyasası gelişmemiş) ve büyük oranda dolarize edilmiş bir pi­yasa. Özetle; her ikisi de özün­de neoklasik iktisat dünyasında yaşamaya alışmış olduğu için yaşanıyor bu tartışmalar. İki ülke arasındaki fark ise, biri­nin parasının rezerv, diğeri­nin ise yükselen cari açıktan ötürü o rezerve muhtaç po­zisyonda olması.

Bugün için değişen ne?

 Değişen şu ki; küresel­leşmenin en önemli des­tekçisi hatta hegemonu olan ABD küreselleşme karşıtı eko­nomi politikaları uygulamaya başladı. Çünkü artık jeopolitik devreye giriyor. Çok az sayı­da fikirde uzlaşan Trump ve Biden’ın yegane ortak nok­tasının Çin ile giderek artan agresifliği körükleyici bir dünya düzeni sağlamaya ça­lışmalarıdır. Oysa ki; küresel­cilerin en önemli savı neolibe­ralizmin dünya çapındaki yok­sulluğu azalttığı teziydi.

Bugün gelinin noktada ise, küresel­leşmenin bir sonucu olarak Çin’in bugün hiç istenmeyen yükselişi ABD’nin cömert sübvansiyonlarla destekle­diği agresif bir sanayi poli­tikası yürütmesini berabe­rinde getirdi. Ve görünürde Fed, neoliberal bir para politi­kası uygulamakla beraber; ma­li politikaların liberalleşmeyi tam anlamıyla tersine çevirici bir yönde oluşması ile önemli bir çelişki içinde görünmekte.

Bu bağlamdan bakılacak olur­sa; Türkiye’nin Eylül 2021’de geçiş yaptığı ekonomi politika­sı ve de TCMB’nin izlediği Li­ralaşma stratejisi de neoliberal merkez bankacılığından önem­li bir kopuşu temsil etmekte. Türkiye için sav, dolarizasyo­nun enflasyon üzerindeki bas­kın geçişkenliğinin yanı sıra cari açık üzerinde de kronikleş­miş olumsuz bir etki yaratması­dır.

Sonuç olarak gelinen nokta­da; gerek dış ticaret açığı gerek­se de turizmin pozitif katkısına rağmen cari açık kapatılabilmiş değildir. Bu durum ise, seçimle­ri kim kazanırsa kazansın, yeni­den Ortodoks para politikasına geçiş yapılmasının gerekliliğini belli kesimlerde güçlü tutmak­la birlikte, 2021’den önce para politikasının hem de uzun yıl­lar boyunca zaten bu politikay­la yönetilmiş olduğu gerçeğidir.

Öyleyse değişen jeopolitik ko­şullarda, artan üretim ve finan­sal milliyetçilikle baş edebil­mek için eskinin küreselleşmiş ve bol paralı modelinden farklı bir şeyler yapmak gerektiği de ortadadır ama sanırım burada en önemli olan zamanlamadır…

Haftanın sözü: İkna edilmiş­lerle yola çıkılmaz, inanmışlar­la çıkılır. – İsmet Özel

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar