Likidite okyanusunda Babacan etkisi
Siyasi senaryoların yatırımcıların kararlarını fazlaca şekillendirdiği bir ülkede yaşıyoruz. Erdoğan adaylığını açıkladığından beri; sisteme, iktidar partisine, mevcut bakanlara yönelik senaryolar konuşuluyor. Bunların piyasalar üzerindeki olası etkileri tartışılıyor. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Endonezya’da bu hafta yapılacak başkanlık seçimi de fiyatlamaları etkiliyor. Hindistan’daki yeni hükümetin açıklayacağı bütçe de dalgalanmalar yaratıyor. Bizde, kişiler üzerinden çok fazla hikaye yazılıyor.
Erdoğan’ın birinci turda seçimi kazanma şansının yüksek olduğunu düşünüyorum. Bizi ilgilendiren kısım; seçimden sonra Bakanların, üst düzey ekonomi bürokratlarının değişip değişmeyeceğidir. Buradaki en kritik isim Babacan’dır. Son günlerde, Babacan ve Başçı hakkında spekülatif yazılar çıkıyor. Durmuş Yılmaz ve Erdem Başçı dönemlerinde, eski usul Merkez Bankası gazeteciliği bitti. Önceki dönemlerde, bazı gazetecilerin Merkez Bankası’nın üst yönetimiyle arası çok iyiydi. Bu gazeteciler Kurum’a çay kahve içmeye giderlerdi. Ankara’nın şık restoranlarında güle oynaya yemekler yenirdi. Fazlaca içli dışlı olunurdu. Banka yöneticilerinden alınan bilgiler, ertesi gün sekiz sütuna manşet olurdu. Yılmaz ve Başçı döneminde bu tarz ilişkiler ortadan kalktı. Bir gazeteci arkadaşım; ‘‘Erdem bey ilginç bir insan. Konferanslarda, toplantılarda sıcakkanlıdır. Bir gün bir alışveriş merkezinde karşılaştık. Selam verdikten sonra geçti gitti.’’ demişti. Aslında gazeteciyle üst düzey bürokrat arasındaki doğru ilişki şekli budur.
Babacan’ı başarılı bulanlardanım. Tarzı; Galbraith’in ‘‘Siyasette, hafıza zayıfl ığından daha fazla takdir edilecek bir özellik yoktur’’ gözlemine uymuyor. Popülist söylemden kaçınıyor. Kalibresi ve kalitesi yüksek. Ancak Türkiye ekonomisinin geleceğini, Babacan’ın politik kariyerinin üzerine kurmak doğru mudur? Piyasalara güven telkin edecek başka bir isim yok mudur? Yukarıda da belirttiğim gibi, Türkiye ile aynı kategorideki ülkelerde de seçimler oluyor. Bakanlar değişiyor. Yabancı yatırımcılar buna fazla takılmıyor. Türk ekonomisinin bir hikayesinin olup olmadığı tartışılabilir. Gerçi hangi ülkenin var? ABD’nin mi? Çin’in mi? Euro bölgesindeki ülkeler mi geleceğe umutla bakıyorlar?
Dünya piyasaları farklı bir dönemden geçiyor. Spekülatörler yüksek getirilere doymadılar. Daha fazlasını istiyorlar. Büyük merkez bankalarının gevşek para politikaları sürüyor. Fed en az bir yıl daha sıfır faiz politikasına devam edebilir. Japonya daha agresif para politikalarıyla geliyor. Avrupa Merkez Bankası bilançosunu daha da büyütecek. Çin Merkez Bankası son altı ayda, aylık bazda Fed’den daha fazla likidite verdi. Özetle, piyasalar likidite okyanusunda yüzüyor. Tabii likiditeyle kapanmayacak olaylar ve gelişmeler olabilir. Her dönemde, piyasaları yukarı iten ‘‘baskın etkenler’’ vardır. Bu faktörler piyasalardaki döngüselliği güçlendirir. Bu dominant etmen tersine döndüğü zaman da düşüşleri hızlandırır. Kriz öncesinde, bu faktörler ABD ve Avrupa’nın bazı ülkelerindeki gayrimenkul piyasalarıydı. Bir önceki dönemde, teknoloji yatırımları aşırılıklar yaratmıştı. Bugünkü dönemin aşırılığı gelişen piyasalardır. Özellikle Çin’dir. Çin’de son beş yılda verilen kredilerin toplamı, ABD bankacılık sektöründeki toplam kredilerin üzerine çıktı. Bu durumun olası negatif etkilerini Çin yönetiminin kontrol edebileceği düşünülüyor. Çin likidite önlemleriyle, teşviklerle gemiyi şimdilik yüzdürüyor.
Bugünkü döngüselliği ‘‘Çin ve gelişen piyasalar etkisi’’ destekliyor. Bu sürecin ne zaman biteceğini hiç kimse bilemez. Likidite okyanusunda kimin hangi görevde olduğunun bir önemi yoktur. Babacan görevinden ayrılsa da, Türkiye’ye yönelik algı değişmez. Bu daha çok global konjonktürle ilgilidir. Kaldı ki; yazılanların aksine, Babacan daha uzun süre siyaset sahnesinde kalabilir. Siyaset sizi bırakmadan, siz onu bırakamazsınız.