Liderler...
Dünya ülkelerine şöyle bir göz attığımızda; en demokratik ülkelerde dahi liderlerin ön plana çıktığı ve yönetimde etkin olduklarını gözlemlemek mümkün. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, her zaman lideri ile gündeme gelmekte; Başkan’ın değişimi dünyada büyük yankılar uyandırmakta. Obama’yı hepimiz ezberlemişken, daha şimdiden Trump evimizin insanı olur hale geldi. Dünyanın önemli ülkelerinden biri olan Rusya’da Putin güçlü bir lider olarak karşımıza çıkmakta. Yine bir o kadar demokratik ülke olarak bilinen ve bu şekilde anılmaktan da büyük memnuniyet duyan Almanya’nın Merkel ile anılması, ülkemizde Recep Tayyip Erdoğan isminin hep önde olması, Filipinler’in ses getiren Başkanı Benigo Aquino’nun adının çok önde yer alıyor olması; aslında bu kişilerin güçlü liderlik özelliklerinin olmasından kaynaklanmakta. Diğer bir deyişle, ülkelerin liderlerinin ön planda olmasını, ülkelerin demokratik mi yönetiliyor sorusu ile bağdaştırıyor olmak, biraz ön yargılı bir yaklaşım da denilebilir. Bu iki konuyu her zaman birbirinden ayrı değerlendirmekte yarar var.
Ülkelerin yönetim sistemini, kurumların yönetim sistemine benzetmek de mümkün. Bugün şirketler de, aynı devletler gibi; tersten bakarsak, devletler de şirketler veya kurumlar gibi birer organizasyonlardır. Günümüzde, bu tarz yapıları yönetebilmek ve bilhassa bunu başarılı sürdürebilmek ancak katılımcı yönetim anlayışı ile mümkündür. Bu yüzden de gelişmiş ve sürdürülebilir olmak isteyen yapılarda; yönetim, kurullar ve komiteler aracılığı ile yürütülürken, katılımcı bir yönetim politikası ile, tabanın da yönetimde temsili söz konusu olabilmektedir. Bu durum, gerçek manada demokratik bir yapıyı ortaya çıkarmakta, tek başına kişilerin veya liderlerin kararları ile değil, çoklu karar mekanizmalarını devreye sokmaktadır. Günümüz dünyasında, şirketlerin en önemli sorunlarının, bir sonraki kuşağa devir olduktan sonra yaşamlarını aynı verimlilikte sürdürebilme olduğunu, bunun da sebebinin, baştan kurulan sistemlerinin tümü ile kişilere bağımlı olmaktan kaynaklandığını biliriz.
Bunu aşabilmenin en önemli yolu ise, bu tarz şirketlerin organizasyonlarını sağlıklı kurabilmek, şirket politikalarını net olarak belirlemek ve ona kararlı bir şekilde uyabilmek, kurul ve komitelerini oluşturarak işlerliklerini sağlamak, ölçmek, değerlendirmek, tespit edilen eksikliklerini ve aksayan süreçlerini ise sürekli gelişim programları ile iyileştirmekten geçmekte. Ancak bunu yapabilen firmalar uzun ömürlü olabilmekte ve kişilerden bağımsız, yönetim sistemleri ile ayakta kalabilmektedirler.
Tüm bu organizasyonları kurmak ve onları yaşatabilmek, yine aynı ülke organizasyonlarında olduğu gibi, bürokratik organları oluşturmak ve sağlıklı işlemelerini sağlamak, kararlı ve ilkeli olmaktan geçmekte. Ancak unutmamak gerekir ki, her orkestrada olduğu gibi; gerek kurumlarda, gerekse devletlerde de yönetimin başına bir orkestra şefi tayin edilmek zorunda. Zira tüm bu yapıyı yönetebilmek ve sürdürülebilir kılabilmek için de liderin gücü, adil duruşu ve kararlılığı, en önemlisi lider olma özelliklerini taşıyor olması da son derece önem taşıyor. Demokratik ve katılımcı yönetim anlayışını benimsemiş liderler ise her zaman çok daha önde olmuşlardır, olacaklardır. Yeryüzünün ve kainatın dahi bir lider tarafından kurulup yönetildiğini düşündüğümüzde, liderlere olan gereksinimi kabul etmemiz ve benimsememiz çok da zor olmayacaktır.