LIBOR’a veda - II: Neler yapılmalı?
Umurcan Gago - Gizem Sözenoğlu
Bir önceki yazıda LIBOR ve değişim sürecinin nedenleri hakkında genel bir bilgilendirme yapmıştık. Bu yazıda değişimin özel sektör ve finansal kuruluşlar üzerindeki olası etkilerinden bahsedeceğiz.
Değişimin etkileri
LIBOR’un değişimi ve geçiş süreci an itibarı ile çoktan başlamış durumda. Ancak LIBOR, senelerdir küresel finansal piyasalara fazlasıyla işlediğinden bu değişime ayak uydurmak pek kolay olmayacağa benziyor.
Tahminler LIBOR’un bugün itibarı ile vadeleri otuz yıla kadar uzayabilen yüzlerce trilyon dolar değerinde işleme referans teşkil ettiğini gösteriyor. Üstelik bu işlemler sanıldığı gibi yalnızca türev işlemler, sendikasyon, seküritizasyon ya da değişken faizli borçlanma araçları gibi finansal enstrümanları kullanan sofistike yatırımcıları etkilemiyor. Değişimin mortgage dahil pek çok tüketici kredisi sahibinden, küçük çaplı işletme sahiplerine ve şirketlere kadar tüm oyuncuları etkilemesi bekleniyor. Tabii, sözü geçen işlemlerin bir tarafı bankalar ve finans kuruluşları olduğundan, değişimin en büyük etkiyi bu kurumlar üzerinde oluşturacağı kuşkusuz.
Türkiye’deki pek çok bankanın da özellikle döviz içeren işlemlerinde ve başta uzun vadeli kredi işlemlerinde, sendikasyon işlemlerinde, kredilerden kaynaklı riskten korunmak amaçlı gerçekleştirilen swap işlemleri ile diğer her türlü türev işleminde, seküritizasyon işlemlerindeki faiz oranlarını belirlemek amacıyla LIBOR ve benzeri referans oranlara sıklıkla atıf yaptıkları biliniyor.
Geçiş sürecini kolaylaştırabilmek için ise şimdiden tedbir alınmaya başlanması pek çok ülke finansal düzenleyici otoritesi ve konuyla ilgilenen uluslararası birlikler tarafından uzunca zamandır öneriliyor. Bu anlamda öncelikle etkilenecek işlemlerin belirlenmesi, bu işlemlerin hukuki açıdan değerlendirilmesi ve sözleşmelerinin değiştirilmesi, etkilenecek işlemlerden doğacak kar ve zarar dengesinin takibi, olası muhasebesel ve vergisel etkiler öngörülerek değerlemeler yapılması gerekliliğinin altı çiziliyor.
Avrupa ve Amerika’daki büyük finansal kurumların ve bankaların çoğu, yeni oranlar için geçiş stratejisinin oluşturulması için programlarını ve organizasyonlarını yapılandırmak için çalışmalara başlamış durumda. Özellikle ilk etapta LIBOR ve benzeri referans oranlara atıf yapılan açık ve sona ermiş işlem sayılarını belirleyerek risk seviyelerini tespit etmeye çalışıyorlar. Tespit edilen tüm bu işlemlere ilişkin sözleşmelerin tadili için yapılan çalışmalar da yurt dışındaki finansal kuruluş ve bankaların bu dönemdeki programlarında en başlarda yer alıyor. ISDA da, tüm sektör oyuncularının bir an önce harekete geçmesini sağlamak üzere 2018 yılının Şubat ayında bir yol haritası yayımlayarak atılması gereken adımları sistematik bir şekilde özetlemişti.
Mevcut ve yeni sözleşmelerin durumu
LIBOR ve diğer referans oranlardaki değişimin en başta türev işlemleri, kredi ve sendikasyonlar ile borçlanma araçlarını etkileyeceğini, bu yüzden işlemlerin dayanağı olan sözleşmelerde de mutlaka değişiklik yapılması gerektiğini belirtmiştik.
Aslında sayılan işlemlerin sözleşmelerinde genellikle kullanılan orana erişilememesi gibi hallerde başvurulacak hükümler zaten yer alır (“fallback provisions”). Ancak bu hükümler çoğunlukla bir orana geçici olarak erişilemeyen halleri (örneğin; oranı yayınlayacak kurumun ekranına ulaşılamaması, gibi) düzenler. Fakat bu hükümlerin bir oranın ortadan kalkması halinde de geçerli olması; ödeme yapacak taraf için çok yüksek miktarda faiz yükünün oluşmasına ya da değişken faizli bir ürünün sabit faizli bir ürüne dönüşmesi gibi istenmeyen sonuçlara neden olabilir. İşte bu yüzden, ilgili kurumlar da son dönemde yaptıkları çağrılarda, gerçekleştirilecek uzun vadeli yeni işlemlerde ya ilgili oranın ortadan kalkması halini düzenleyen çok daha kapsamlı hükümlere sözleşmelerde yer verilmesini ya da LIBOR yerine doğrudan alternatif referans oranlara atıf yapılmasını öneriyor. Şimdilik kullanılmakta olan ve risksiz olarak değerlendirilen alternatif referans oranlar Amerikan Doları LIBOR için “SOFR”, Sterlin LIBOR için “SONIA”, İsviçre Frangı LIBOR için “SARON” ve Japon Yeni LIBOR için “TONAR” şeklinde. Bir de 2019 sonlarına doğru yürürlüğe girmesi beklenen Euro LIBOR değeri ESTER var; ancak henüz test edilmiş değil.
Türev sözleşmelerde bu açığı kapatmak için ISDA, 2018 yılının Aralık ayında bir protokol yayımladı (Benchmark Supplements Protocol). Bu protokol ISDA kapsamındaki sözleşmeleri tarafların talebi çerçevesinde geçiş hükümleri anlamında tadil ediyor. ISDA kapsamı dışındaki lokal türev sözleşmeler ise bu kapsamda olmayacağından taraflarca mutabık kalınarak gerekli değişikliklerin bu sözleşmelerde bir an önce yapılması önemli.
Değişken faizli borçlanma araçlarında ise değişiklik halinde başvurulacak mevcut ifadeler genellikle belirli bir orana (örneğin, en son kullanılana) atıf yaptığından, sabit faize geçişe neden olan bu yaklaşım pek tercih edilmiyor. Yeni oran belirlenebilmesi için ise çoğunlukla tüm yatırımcıların onayının alınması gerekiyor. Bu kapsamda dokümanlarda yapılması gereken düzenlemeler ile ilgili ABD’de Alternative Reference Rates Committee ve Avrupa’da Sterling RFR Working Group ile Association for Financial Markets in Europe hem de Avrupa’da çalışmalar yapıldı; ancak henüz mutabakat bulunmuyor.
ABD’de Alternative Reference Rates Committee (ARRC) tarafından kredi ve sendikasyon sözleşmelerine eklenmek üzere baştan bir oranın belirlenmesi veya kullanımın ortadan kalkması halinde taraflarca sözleşmede değişiklik yapılması şeklinde iki öneri yapılmış durumda. Avrupa tarafında ise LMA’in yaptığı öneriler daha çok taraflarca sözleşmede değişiklik yapılması yaklaşımını benimsiyor.
Bu tür sözleşmeleri bulunan tüm tarafların sözleşmeleri değiştirebilme konusunda karşı tarafları ile mutabık kalmaları bakımından konuyu şimdiden ciddiye alarak düşünmelerinde fayda bulunuyor.