Lale devri sonlanıyor mu?..
ARKA PLAN / M. Uğur CİVELEK
Her bakımdan hem ilginç hem de olağandışı bir dönemden geçiyoruz; böyle olduğu için belirsizlik ve kırılganlık artıyor, herşey karışırken saçma şansının yerini zorunluluklar alıyor. Bu durumu görmezden gelip herşeyin iyiye gideceği varsayımına göre hareket edenler ne yapacağını şaşırıyor, yanlışlar daha büyük yanlışlarla düzeltilmeye çalışılıyor, eleştiriye tahammülsüzlük artıyor. Sorunlar ağırlaşıp günü kurtarmak zorlaştıkça, etkili ve yetkili kesimler kendileri gibi düşünmeyenlere tahammül edemiyor. Teşhis gerçekçi olmayınca, benimsenen yaklaşımlar sıkıntıyı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Sebep-sonuç ilişkilerini bilinçli bir şekilde farklı şekilde kurgulayarak kısa vadede tetkikleri yönlendirmeye çalışabilirsiniz, fakat gerçekleri değiştiremez çalışabilirsiniz, fakat gerçekleri değiştiremez ve sorunların ağırlaşmasını önleyemezsiniz. Sizin gibi düşünmeyenleri bir şekilde susturmak sonucu değiştirmez, aksine kayıpların artışını hızlandırır. Son haftalarda finansal piyasalarda yaşanan olumsuz eğilimler ile siyaysi gelişmeler ve buna bağlı değerlendirmeler arasında kurulmaya çalışılan zorlama ilişki bir yandan gerçeği ıskalıyor diğer yandan bazı kesimlerinde hedef haline getirileceği beklentisini güçlendiriyor.
Finansal piyasalardaki gelişmelere baktığımızda özelikle yabancı yatırımcılarda ciddiye alınması gereken bir eğilim değişikliği yaşandığını, yerlilerin ise bu durumu dehşet ve korku ile izlemekten başka bir şey yapamadığını görüyoruz. Sermaye piyasasında satış, döviz de ise alış baskısı yabancılardan geliyor ve beklentilerin değişmeye başladığı mesajını veriyor. Söz konusu yatırımcılar Türkiye genelinde yaşanan pek çok gelişmeye kayıtsız kalmışlardı; iktidar partisi hakkındaki kapatma davası yanı sıra seçimler ve Cumhuriyet tarihinde daha önce yaşanmamış ölçekteki diğer gelişmelerde buna dahildi. Bu aşamada sırmak gerekiyor. Yabancılar neden çıkıyor ve hükümet neden kendi gibi düşünmeyenleri sindirip susturmaya çalışıyor?
Küresel ölçekteki gelişmeler yabancı yatırımcıları taşıdıkları riskleri azaltmaya zorluyor, onlarda kayıplarını sınırlamak adına bunu yapmaya çalışıyor. Son iki yılda en çok kredi kullanılan paralar durumundaki dolar ve yen güçlendikçe sermaye piyasalarının satış baskısı altında bunaldığını, varlık değerleri geriledikçe riskten kaçınma eğiliminin paniğe dönüştüğünü ve mali sistemi kırılganlaştırdığını defalarca gördük. Merkez Bankaları genel fiyat istikrarı amacını bir kenara bırakıp finansal istikrara odaklandı, devreye giren kurtarma operasyonları ve garantiler bütçe dengelerini bir daha düzelemeyecek şeklinde yıprattı. Gelişmiş ekonomiler tüm çabalara rağmen finansal istikrarı tesis edip genel fiyat istikrarına odaklanabilecek sağlığa kavuşamayınca yeni bir sarsıntı ihtimali arttı; maliyet kökenli enflasyon baskıları kabusa dönüşme eğilimine girdi. Bazı yatırımcılar ise yeniden risklerini azaltmaya başladı. Bu durum finansal piyasalarımızı da etkiledi; Bursa giriledi, Türk Lirası bir miktar değer kaybetti, geleceğe yönelik enflasyon beklentileri bozulmaya başladı... Son haftalarda siyasi gündemin üst sıralarına ipotek koyan gelişmeler hiç yaşanmamış olsa bile sonuç farklı olmayabilirdi...
Benimsenen politikalar ve önceliklerin temel varsayımın, küresel düzeyde durumun hiç olumsuzlaşmayacağı veya süratle normale döneceği olunca, galiba evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu koşullarda ya tüm tercihler değişecekti yada gittiği yere kadar devam edilecekti; her iki durumda etkili ve yetkili kesimlerin yıpranması anlamına geliyordu. Yaprınmayı bir süre için geciktirmek adına bir illüzyon yaratmak, sebep-sonuç ilişkilerini farklılaştırarak haklı ve muktedir gibi görünmek istenmiş olabilir! Yabancılara dur gitme demek adına yapılabilecek pek bir şey kalmamış ise vede yanlış yaptıklarını kabul edip mevcut tercihleri değiştiremeyeceklerine göre başka ne yapmaları beklenebilirdi? Yapay teşhis şekillendi: medyadaki hükümet gibi düşünmeyen uygulamaları eleştiren köşe yazarları suçluydu; her yol kullanılarak susturulabilirler ise gerçekler açığa çıkmaz yıpranma kontrol altına alınabilir, dış güçlere verilen sözler daha kolay bir şekilde yerine getirilebilirdi. Verilen sözlerin tutulması ve iktidarın korunmasının önündeki hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı demokrasi gibi engeller kolayca aşılabilirdi!..
Görünen o ki, küresel koşullar nedeniyle, maddi boyutu ile dış destek azalıyor ve böyle olmaya devam edebilir. Yabancı sermayeye aşırıya kaçan ölçüde bağımlı olan bir ekonomide bu durumun ciddi bir istikrarsızlık kaynağı olma ihtimali oldukça yüksektir. Seçme şansının yerini mecburiyetlerin alması ve eleştirinin dozunun farklı boyutlara çıkması gündemdedir. İktidarın hareket yeteğini daraltan ve otoriterliğe iten temel unsurda budur. IMF ve AB hikayeleri ile gelen dış desteğin tükenmesi görüntü ile gerçek arasındaki farkın geniş kesimlerce anlaşılmasını hızlandıracak niteliktedir. 2003 yılı sonrasında Türk mali sistemine büyük ilgi gösteren yabancı kurumların bugün çıkmaya çalışması da anlamlıdır.
Bu aşamadan sonra olduğundan farklı görünmek giderek zorlaşacak, gerçekleri görmezden gelmenin bedeli önümüze gelecektir... Finansal piyasalarda olması gerektiği gibi ekonomi nereye gidiyorsa oraya koşacaktır. Lale devrinin sonu gelmiştir.