Kuvvetler yasası yaşadıklarımızı açıklar mı?

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

BUZDAĞININ DİBİ / Rüştü Bozkurt Her yurttaş gibi, ülkemde olup bitenleri anlamaya çalışıyorum. Giderek gerilen ortamın yaracağı sonuçları tahmin etmede zorlanıyorum. Olup bitenleri anlamama ve açıklamama yardımcı olabilecek bir "kuramsal çerçeve" arıyorum. Albert-Lazszlo Barabasi'nin "İş hayatında, Bilimde ve Günlük Yaşamda Bağlantılar" adlı kitabında geliştirdiği yaklaşımın sorularımı kısmen de olsa yanıtladığını düşünüyorum. Barabasi, doğadaki niceliklerin çoğunun bir çan eğrisi çizmesi nedeniyle, insanların büyük çoğunluğunun "kuvvetler yasası"nın farkında olmadığını söylüyor. Birçok bilim insanı, son yirmi-otuz yılda, doğanın ara sıra çan eğrisi yerine "kuvvet yasalarını" izleyen nicelikler yarattığını ileri sürüyor. Bir kuvvet yasasının neden olduğu olguların niceliksel dağılımında tepe noktası yoktur. Bu özelliği nedeniyle, kuvvetler yasasının etkilediği olgularda, çok sayıda küçük olay ile az sayıda büyük olaya birlikte var olur. Ünlü bilgine göre, "...kuvvet yasaları, yirminci yüzyılın ikinci yarısında en çarpıcı kavramsal ilerlemelerden çoğunun özünde yatıyor; kaos, fraktallar ve faz geçişleri gibi alanlarda ortaya çıkıyor." Doğa normalde kuvvet yasalarından hoşlanmıyor. Olağan koşullarda genellikle nicelikler çan eğrilerini izliyor; korelasyonlar üslü yasalar uyarınca hızlı inişlere geçiyor. Sistemler bir faz geçişine zorlandığında, bütün bunlar değişiyor. Birçok bilim insanı, kuvvet yasalarının sadece bir sistemin davranışını nitelemenin yollarından biri olmadığını söylüyor. Karmaşık sistemlerde kendi-kendini örgütleme bu yasanın patentli imzasını taşıyor. Makiyi tarla yaparsanız Ortaokul coğrafya kitaplarında, Akdeniz ikliminde sıfır ile beş yüz metre yüksekliğe kadar "maki" denen bitki örtüsünün kapladığını öğrendik. Defne, koca yemiş, turunç, keçi bahçesi yapabilirsiniz. Bu doğal bitki örtüsünün yerinde, bir kültür bahçesini yaşatabilmeniz için devamlı çapalama, gübreleme, sulama ve ilaçlama gibi enerji enjekte etmeniz gerekir. Eğer yetişkin bir turunçgiller bahçesini birkaç yıl bakmazsanız; maki topluluğu orayı sarar, kültür bitkilerini yok eder. Akdeniz ikliminin geçerli olduğu yerlerde, kültür bahçeleri kuvvetler yasanının uygulanmasına yalın bir örnektir. Bu örnek bize, bir kültürü yaratmanın, yaşatmanın ve sürdürmenin bedeli olduğunu kanıtlar. Değerler sistemi Çağdaş değerler uygarlığı yaratan bir kültürdür. Demokrasi, insan hakları, yaşama hakkı, kadın ve çocukların korunması, ırk, dil, din ayrımının yapılmaması, hukuk sistemi ve özellikle devletlerin laiklik ilkesi gereğince inanç sistemlerine mesafeli durması gibi değerleri insan aklı yaratmıştır. Kültürün değerleri de unsurları da doğal olandan uzaklaştıkça, üst düzey bir değerler sistemine yaklaştıkça; oluşturulmasında, korunmasında ve geliştirilmesinde daha çok enerji gerektiriyor. Bir sosyal olgu olarak çağdaş değerler sistemi, canın ve aklın korunması, malın güvence altına alınması, neslin sürdürülmesi ve inanca saygının yaşam biçimi haline getirilmesinde kuvvet yarasalarının geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce beni şu soruya götürüyor: Biz önemsediğimiz ve değer verdiğimiz kültürel değerlerimizi koruma ve geliştirme konusunda üzerimize düşen görevleri yerine mi getirdik mi, yoksa bıraktığımız boşlukları dolduran başka eğilimlere mi fırsat verdik? Bahçemiz kuruyorsa Kültür bahçemizde ağaçlar kuruyor, yaşam kalitesi düşüyor, zenginliğimiz azalıyorsa; kendimize ayna tutmamız gerekmez mi? Ben gerçek bir "liderlik" yarattım mı? Ötekini dışlamayan, onu anlamaya çalışan, kendini de anlatmaya çalışan sıkı bir örgütlenmede yer aldım mı? Olumsuz gelişmeler karşısında verilmesi gereken tepkiyi verdim mi? Yoksa, başkaları tepkisini göstersin, ben arkadan yürürüm mü dedim? Tembelliğin ve korkaklığın adını "tedbirli olmak" diye mi koydum? Hepimiz endişemizi, olumsuz beklentilerimizi ve korkularımızı dile getiriyoruz. Bu korkuları aşarak, daha çağdaş bir gelecek yaratma için hangi ölçüde örgütleniyoruz? Şimdi işaret parmağımızla başkalarını suçlarken, üç parmağımızın kendimize dönük olduğunu asla unutmayalım. Gelişen her olumsuzlukta, tepkisizliğimizin ve kulakları sağır eden sessizliğimizin ne kadar payı olduğunu kendimize soralım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar