Kutuplaşma ve işlevsizlik Fed’den çok daha büyük tehdit

Kemal DERVİŞ
Kemal DERVİŞ KÜRESEL PERSPEKTİF

BERLIN - Gelişmekte olan ülkelerin büyüme tahminlerine dair münazaralar artık heyecanının son noktasında. Karamsarlar ABD Merkez Bankası’nın (Fed) uzun dönem varlık alımlarını azaltmasıyla özel sermaye akışlarının geri döneceği korkusunu salık veriyor. Üretim dışında büyümeyi destekleyen ikinci ve üçüncü nesil yapısal reformların gerçekleştirilmesinin zorlaşacağını söylüyorlar. İyimserler ise daha iyi makro ekonomik temeller ve üstün teknolojinin gelişen dünyada hızla yayılması sayesinde hızlı büyüme potansiyelinin hala mükemmel olduğunu savunuyor. Peki kim haklı?

Gelişen dünya ülkelerinde yaşanan son gelişmeler iyi bir yönetimin ve duyarlı politik sistemlerin önemini bir kez daha gösterdi. Bu konu uzun vadeli ekonomik büyüme çalışmalarıyla da çok ilgilidir. Türkiye ve Tayland gibi uzun bir sure başarılı gözüken ülkeler, birden ortaya çıktı ki yönetimsel ve yerel politik uzlaşılara ilişkin engellerle karşılaşıyor. Ortaya çıkan kutuplaşma ve işlev bozukluğu ise Fed’in tahvil alımından çok daha büyük bir tehdit oluşturuyor

İnsanların yetenek ve enerjilerini, inovasyona, üretime ve istihdam yaratmaya mı yoksa rant peşinde koşmaya ve politik korunma için lobi yapmaya mı yönlendireceklerini belirlemek yönetimlerin doğasında vardır. Bu noktada Mısır ve Tunus arasındaki fark başarı ve başarısızlığın arasındaki farkı anlatıyor olması açısından ibret alınmalıdır.

Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimi demokratikleşme konusunda başarısız oldu ve kitlesel gösteriler karşısında yıkıldı. Dar bir katılımın gerçekleştiği seçimler ise halkın oy çoğunluğu Müslüman Kardeşler’in almasını sağladı. İktidara tek başına gelen bu oluşum ise iyi bir yönetim sağlamak yerine ateşli takipçileri dışındaki herkesi ötekileştirmeyi seçti. 

Müslüman Kardeşler’in yönetime yaklaşım şekli ülke ekonomisinin darmadağın oluşunu da açıklıyor. Tarafsız ve yetkili düzenleyici kurumlar inşa etmeye çalışmak yerine tüm koltuklara politik taraftarlar istiflendi. Ve bu durum maalesef geçtiğimiz temmuz ayında gerçekleşen askeri müdahale, sağlam kurumlar kurması, barışı sağlaması ve kapsayıcı bir büyüme sağlaması mümkün görünmeyen bir başka rejime sebep oldu. 

Tunus tam tersi bir senaryo için örnek gösterilebilir. Ezici bir çoğunluk tarafından desteklenen gerçek bir anayasada uzlaşmaya varıldı. (Ulusal Kurucu Meclis’te anayasa 200 evet oyuna karşı 16 hayır oyla kabul edildi). Eğer bu uzlaşma devam ederse, istikrar tekrar sağlanabilir, piyasalar tekrar faaliyete geçer, Tunus tekrar yatırım çeker ve turizm tekrar yükselişe geçer. 

İki ülke arasındaki farkın en önemli nedeni Mısır’da yönetimin böyle bir uzlaşıya imkan vermeyen vizyonudur. Barış sağlayacak bir vizyon “kazanan hepsini alır” bir sistemin kurulmamasını güvence altına alır. Geniş çaplı bir uzlaşı, düzenleyici kurumların tarafsızlığını sağlar ve yetkili profesyonellerden oluşmasını mümkün kılar. 

Çin’in uzun süren başarısı bazen iyi bir ekonomik performans için iyi yönetimin gerekli olduğuna dair karşıt örnek olarak kullanılır. Çin örneği kuşkusuz çok partili demokrasi ve ekonomik büyümenin bağlantılı olduğu gerçeğini sorgulatıyor. 

Demokrasi tabii ki “kendi içinde” çok değerli bir şeydir ve “bağımsız olarak ekonomik büyümeye etkisi” olmadan da istenebilir. Yani demokrasi sadece ekonomi iyileşecek diye istenmez. Fakat bir bireyin tüm gücü tekeline aldığı – Mübarek ya da Suriye Devlet Başkanı Başar Esad gibi - diktatör rejimlerde ve Çin gibi geniş rekabetin var olduğu geniş bir komünist parti yönetiminin arasında ekonomik performans bağlamında çok büyük fark vardır. Mao sonrası yönetime devam etmiş Çin Komünist Partisi faaliyetlerini adili kapsayıcı ve yeteneğe dayalı bir kurum olarak sürdürmektedir ve otokratik bir lideri yoktur.  

Makul bağımsızlıkta düzenlemelerin ve yetkin kamu yönetimlerinin eksikliği – ya da daha kötüsü, tek kişilik diktatörlükler – bir ülkeyi merhametsizce ekonomik ziyana ve verimsizliğe, zamanla da politik çalkantıya sürükler. Bu kural büyük petrol gelirlerinin altta yatan güçsüzlüğü bir süre için gizleyebildiği Venezuela gibi ülkelerde bile geçerlidir. 21’inci yüzyılın kompleks küresel ekonomisinde, sürdürülebilir ve iyi ekonomik performans, tek bir liderin amaçları peşinde koşmayan, iyi işleyen kurumlardan oluşan tam bir teçhizat gerektirir. 

Örneğin başarılı ekonomiler akla uygun bağımsızlıkta merkez bankalarına, kısa dönem politikalarına sürüklenmeyen yetkin bir banka denetimine ihtiyaç duyar. Telekomünikasyon ve enerji gibi politik süreçler tarafından konulmuş kapsamlı hedeflere uygun olarak politika izleyebilen sektörlerin de düzenleyici kurumlara ihtiyacı vardır. Fakat tayin edilen kişilerin tarafsız kriterlerle seçilmesi ve bu kişilerin otoritelerini herkesin rekabete girebileceği bir şekilde kullanmaları gerekir. 

Kredi kararları, kamu ihaleleri, inşaat taahhütleri ve fiyat belirlemeleri sadece kısa vadeli ve salt politik amaçları yansıtıyorsa iyi bir ekonomik performans imkansız hale gelir. Geniş doğal kaynakları olan ülkelerde bile bu böyledir. Zengin kaynakları olmayan ya da sınırlı olan ülkelerde ise rant, inovasyon, rekabetçi bir verimlilik ve üretime odaklanmadan daha önemli ise iyi bir yönetim eksikliği ülkeyi daha hızlı bir şekilde başarısızlığa sürükler. 

Tüm bunlar ekonomik başarının belirleyici faktörlerini incelemenin sadece ekonomistlerin işi olmadığını gösteriyor. Neden bazı toplumlar bağımsız bir yargı ve modern düzenleyici çerçeve sağlamanın gerekli olduğunu gördü ve uzlaşmaya varmışken, bazıları ise hala kamu politikalarını zayıflatan ve özel sektördeki güveni kemiren partizan ve “kazan hepsini alır” bir yönetim anlayışında ısrar ediyor?

Karşıtlık gelişmiş ekonomilerde çok daha belirgin fakat gelişmiş ekonomilerde de bu farklar mevcut. Belki de Almanya’nın sosyopolitik bir uzlaşmaya varabilmesi – 2013 seçimlerinden sonra sağ-sol koalisyonunun kurulmasıyla da gösterildi – şu anki ekonomik başarısı için izlediği mali ve yapısal politikalarından daha önemliydi. 


Kemal Derviş, Türkiye Cumhuriyeti Eski Ekonomi Bakanı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Eski Müdürü ve Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısıdır. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar