Kutuplaşma, demokrasi ve dürüstlük

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Geçen haftaki yazımızda “pazar akşamından sonra hayatımızın biraz olsun normale dönmesini umut edelim” demiştik, ama böyle bir normalleşmenin pek kolay olmadığını daha pazar gecesinden anladık. 

Tehdit, suçlama, ayrıştırma ve bunların kaçınılmaz sonucu yaşadığımız kutuplaşma, meteoroloji haritalarında gördüğümüz yüksek basınç dalgaları gibi daha uzunca bir süre ülkemizi terk etmeye pek niyetli değil. İktidar partisinin, daha doğrusu Başbakan’ın ayrıştırıcı üslubu bir yana, toplumun önemli bir kesiminin (yüzde vermeye gerek yok) kural ve düzen sağlayan kurumlara karşı güveninin önemli ölçüde aşınması, dozu giderek artan kutuplaşmanın diğer önemli nedeni. 

Darbe dönemlerini bir kenara ayırırsak; eskiden de kurumlarımız mükemmel işlemezdi, bu doğru! Hak arama yollarımız kısıtlanır, şöyle veya böyle ortaya çıkan kayırma veya haksızlıklar herkesi rahatsız ederdi. Ancak bu kötü işleyişte dahi sistemi ayakta tutan, ayağımızı basabileceğimiz bir nokta bulur, öyle veya böyle dengeleyici bir unsurla biraz rahatlayabilirdik. Çünkü kural, kötü de olsa kuraldı ve bunun karşısında bize yapılabilecekler ve bizim yapabileceklerimiz belliydi. Bugün geldiğimiz noktada ise daha değişik bir ruh haline sahibiz. 

Zira bizi rahatsız eden kuralların var olması durumunu da aşmış bulunuyoruz. Evet. Bizi rahatsız eden pek çok kural var. Fakat bundan da kötüsü, artık bu kuralların ne zaman, nasıl, kime uygulanacağı, ne zaman değişeceği, değişip değişmeyeceği de belli değil. Belki hatırlarsınız, Başbakan, 2010 Mart’ında Fransa ve Almanya’nın, Türkiye için “imtiyazlı ortaklık” ısrarına tepki göstererek “Bir futbol karşılaşması başladığı zaman oyun sırasında aniden penaltı kurallarını değiştiremezsiniz” diye tepki göstermişti. 

Düşünün, maç sırasında top taca çıkıyor, elinizle tutup tac atmaya kalktığınızda, elle oynama cezası alıyorsunuz. Buna itiraz ettiğinizde ise bir bakıyorsunuz ki, siz oynarken kural değişmiş, hatta maçın başındaki hakem bile değişmiş... AB’ye tepki gösteren Başbakan, ne yazık ki, son yedi yılda bu tür kural değişikliğine o kadar çok gitti ki, kimsenin ne kurallara, ne de kuralları uygulayanlara güveni kaldı. 

Yargıya, polise, vergi dairesine, başka idari kurumlara, devletin ajansına, televizyonuna, üst kurullarına, seçimlerine, seçimden sorumlu organlarına hatta ve hatta devletin sınavları düzenlemekten sorumlu merkezine bile bin bir şüpheyle yaklaşır hale geldik. Objektif kurallar ve objektif uygulamalarla kendini güvenceye alamayan her toplum gibi biz de yaşadığımız sorunlar karşısında hızla cemaatleşiyor, kamplaşıyor ve kutuplaşıyoruz. Bizi koruyacak kurallar olmadığında ve uygulanmadığında, bizi koruyup kollayacak bir gücün yanında olmak zorunda hissediyoruz kendimizi. Böyle yaptığımızda ise kuralsızlaşma ve kutuplaşmayı daha da hızlandırıp kendimizi içinden çıkamayacağımız bir döngüye hapsediyoruz. Tabii bu süreci teşvik eden Başbakan gibi etkili ve yetkili kişilerin de büyük katkısıyla... 

Bu kutuplaşma halihazırda yaşamakta olduğumuz “ya bizdensin, ya onlardan” anlayışını iyice yerleştirip kronikleştiriyor. Yolsuzluk, hırsızlık yapana “bizdendir ne yapsa yeridir” diye sahip çıkmak veya “varsın pek dürüst olmasın, onlar gitsin benimki gelsin” demek başka nasıl bir ruh haliyle açıklanabilir ki? Peki, böyle bir ortamda politika, ekonomi, iş hayatı, eğitim, bilim, sanat, kültür ve hayatın her alanı ne kadar verimli ve sürdürülebilir hale getirilebilir ki? Türkiye, son dönemde kuralsızlığın bile bir kuralının olmadığı bir ülke haline geldiyse, bunda iktidarın büyük payı olduğunu biliyoruz. Ancak iktidarın yarattığı bu girdaba kapılıp giden muhalefetin payını da ihmal etmemek gerekiyor. 

Kuvvetler ayrılığı fikrinin temelini atan Fransız düşünür Montesquieu, “Kanunların ruhu” kitabında, demokrasinin temelinde “erdem”in yattığını söyler. Bugün hukuk devletini tanımlarken aslında Montesquieu’nün bu tarifine sıkça başvurmamız boşuna değil. Çünkü Montesquieu, etrafta adam kayırma ve adaletsizlik kol gezmeye başladı mı, demokrasinin de kendiliğinden çökeceği uyarısını yapar. 

Montesquieu’ye göre ne din, ne de dinin şekillendirdiği ahlak anlayışı “yurttaş sevgisi ve yasa saygısı”na dayanan “siyasi erdem”in yerini asla tutamaz. Bu nedenle, siyasi erdemin ve demokrasinin başladığı yer, öncelikle kendine, sonra da başkalarına karşı dürüstlüktür.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018