Kutuplaşan siyasetin gölgesindeki ekonomi

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

Ekonomi ve siyasetin gündemini günlerden beri işgal eden bütçe görüşmelerinde geçici de olsa anlaşma sağlanmış olması sürpriz değil. Gerek iç gerekse dış baskı altındaki Demokrat ve Cumhuriyetçilerden, ABD ekonomisinin yanı sıra dünya ekonomisini de yeni bir krize itecek adım atmaları zaten beklenmiyordu. Geçen Mayıs’ta, 16.7 trilyon dolar olarak belirlenen borç tavanına ulaşan Hazine, o tarihten bu yana harcamalarını acil fonlardan karşılıyordu. O da tükenince devletin yükümlülüklerini yerine getirmesi zorlaşacak; bundan sadece ABD ekonomisi değil, birçok ülke etkilenecek; muhtemelen dünya yeni bir ekonomik krize sürüklenecekti. Şimdilik bu olumsuz senaryolar gerçekleşmedi, ancak sorunlar yerli yerinde duruyor. Tüketici güven endeksi 2008’den bu yana en düşük noktasında. Ekonomideki gidişten en çok tedirgin olanlar –düşünülenin aksine–üst gelir grubundakiler. Yıllık geliri 100,000 doların üzerinde olan Amerikalıların yüzde 55’i ekonomiyi riske atacak siyasi çekişmelere karşı. Zira finansal piyasalara yatırım yapanlar bu gelir grubundaki kişilerden oluşuyor. Nüfusun geneline bakıldığında, borç tavanının arttırılması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 50’ye yakın. Cumhuriyetçiler arasında borç tavanı arttırılsın diyenlerin oranı yüzde 30’larda iken, Demokratlar arasında yüzde 60’a yakın.

ABD’de Hazine’nin borçlanabileceği toplam miktarı gösteren borç tavanı, Kongre tarafından belirleniyor. Borç miktarı tavana ulaşınca devlet artık borçlanamıyor; borçlanamayınca mevcut borçların faiz ve anapara ödemelerini yapamadığı gibi bazı kamu kuruluşlarının faaliyetleri durma noktasına geliyor; bu kuruluşlarda çalışanların işlerine geçici de olsa son veriliyor. 1917’den beri yürürlükte olan bütçe tavanı toplam 78 defa arttırılmış. 2001’den bu yana ise borç tavanında 11 defa arttırıma gidilmiş. 2001’de yaklaşık 6 trilyon dolar olan borç tavanının bugün geldiği seviye 16.7 trilyon dolar. Son yıllarda borç tavanının arttırılması müzakereleri çetin geçiyor. Giderek artan borçların olduğu kadar, iki parti arasındaki kutuplaşmanın da bunda payının olduğu muhakkak.

Halk arasında Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerin performanslarından memnun olmayanların, üçüncü bir partinin şart olduğu görüşünde olanların sayısı giderek artıyor. Siyasi yapı iki partiye dayansa da, Demokrat ve Cumhuriyetçi Partilerin dışında başka partiler de var. Yeşiller Partisi, Özgürlükçü Parti ve Çalışan Aileler Partisi üçüncü partiler olarak adlandırılan grupta yer alıyor. Tabii, bunların dışında 2009’da ortaya çıkan Çay Partisi’ni de unutmamak lazım. Resmi bir siyasi hareket olmamasına rağmen, Çay Partisi’nin artan etkinliği ılımlı Cumhuriyetçileri rahatsız ediyor. Ilımlı kanat seçimlerde başarılı olunabilmesi için halkın tercihlerine duyarlı olunmasını savunurken, Çay Partisi’nin etkisi altına giren Cumhuriyetçiler, sonucu ekonomi için bir felaket olsa bile taviz verilmesine karşı. Koyu muhafazakar Çay Partisi, devlet harcamaları ve vergilerin olabildiğince azaltılması, Obama tarafından getirilen sağlık yasasının iptal edilmesi görüşünden geri adım atmıyor. ABD Kongresi’nde yandaşları olan Çay Partisi’nin borç tavanı ve bütçe görüşmelerinde etkisi görülüyor; öyle ki, Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi Başkanı John Boehner kendi milletvekilleri üzerinde artık eskisi gibi etkili değil. Boehner’in Demokratlarla masaya oturup anlaşmasını zorlaştıran nedenlerden biri de bu idi. Parlamento’da etkili olmakla birlikte halk arasında Çay Partisi’ne pek itibar yok. Bütçe tartışmalarında Amerikalıların yüzde 39’u Demokratları desteklerken, Cumhuriyetçileri destekleyenler yüzde 24. Çay Partisi hareketine verilen destek ise yüzde 21.

Şimdilik kriz çözüldü. Ancak sorunlar olduğu gibi duruyor. Bundan sonra gelişmeler nereye varır; Çay Partisi’nin etkisi altına giren Cumhuriyetçi Parti, seçimlerde nasıl bir performans ortaya koyar? Bu soruların cevabını şimdiden vermek güç olsa da, giderek kutuplaşan Amerikan siyasetinin Amerikan ve dünya ekonomisindeki riskleri artırdığı bir gerçek, sorunların temelinde ekonomideki gelir-gider dengesizliği yatıyor. Gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 75’ine yaklaşan kamu borcu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek oran. Bu oran 2007’dekinin ise iki katı. Tahminler, gelir-gider dengesizliğinin giderilmesi yolunda ciddi adımlar atılmadığı takdirde 2038’de borç oranının yüzde 100’ü aşacağını gösteriyor. Partiler arasında esas çekişme, bütçe müzakereleri esnasında yaşanacak. Zaman, ABD ekonomisi aleyhine işliyor. Borç sorununa bir çözüm getirilememesi ülkenin kredibilitesini zedelemesi dışında olası bir mali krize de ortam hazırlıyor. Şimdiye kadar borçlarını sorunsuz finanse eden ABD mali krize sürüklenirse, bunun ekonomi üzerindeki etkileri ağır olabilir.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016