Kütle medyasının affedilemez günahları
Devletleri milletler oluşturur, millet ise halk anlamına gelmemektedir. Zira halk, aynı uyruğa sahip olan veya sahip olmayan, aynı yerleşim yerinde oturan veya olan, kısa dönemde veya uzun dönemde aynı kadere sahip insan topluluğudur. Buna karşılık millet belli bir coğrafya üzerinde yaşayan, ırk, dil, din, tarih, yasa, geleneklerin ve adetlerin birliği, fizik ve fikri benzerlikler, ekonomik ihtiyaçların üretimi gibi sebeplerle birlikte yaşamak hususunda bir arzu duyan ve meydana getirdikleri medeniyetin özelliklerinden dolayı ve bunlar oranında kendilerini diğer milletlerden farklı hisseden insanlardan oluşan toplumdur. Halkın millete dönüşümü önce kanunlar, ardından o kanunlara uygun ortak hedefler belirlenmesiyle oluşur. Halkı bireyler, milleti ise vatandaşlar oluşturur. Milletin kendi kendisini yönetmesine demokrasi anlam adı verilir, buna karşılık halkın kendi kendini yönetmesi diye bir kavram yoktur (seçim yoluyla kendi yöneticilerini belirliyor olması, demokrasi anlamına gelmez, sadece yönetim sisteminin meşrulaştırılmasıdır). Dahası kendi kendini yönetmesinin demokrasi olarak adlandırılması ancak ortalama bir bilinç düzeyinin tezahür etmesiyle de ilişkilidir. "Ortalama bilinç düzeyi"ni somut olarak tanımlamamın çok zor olduğunun farkındayım, en sığ şekliyle "günü kurtarmak değil, hiç olmazsa orta vadeli politikaları anlayıp onaylama" olarak tarif edebilirim.
Bu durumda "millet" devletinin geleceği konusunda en azından orta vadede bir öngörü yaratma bilincine erişmiş olan bireylerden oluşur. Devlet olmanın önemine inanan ülkeler geleceklerinin teminatını duyarlı bir millet yaratmakta görürler. İdeal vatandaş ülkesinin geleceği konusunda sorumluluklarına sahip, seçenekleri değerlendirmeyi ve hatta gerekiyorsa seçenek yaratmayı iyi bilen vatandaştır. Seçimde iradesini bu zemin üzerinde ortaya koyar. İdeal vatandaş yetiştirilmesi sadece devletin sorumluluğunda da değildir. Başta aileler olmak üzere, toplumsal değerler ve gelecek konusunda duyarlı olan bütün kurumlar, iyi vatandaş yetiştirilmesi sürecine doğrudan ya da dolaylı katılır. Bu süreç bir "sürekli eğitim modeli" ise, önemli paydaşlarından biri de elbette medyadır. Medya olan biteni aktarmakta aracı olmakla kalmaz, doğru ile yanlışın ayrılmasında da bir filtre görevi üstlenir. Medyanın toplumun sürekli eğitimi konusunda baskın bileşeni ise görsel medyadır. Televizyon kanalları topluma ayna tutmak görevini üstlenen yayın organlarıdır, ancak bununla da kalmazlar, toplumun eğitimine fiilen katkıda bulunurlar.
İşte ülkemizde bu görev çok değil bir yirmi yıl öncesine dek TRT tarafından üstlenilmekteydi. TRT vatandaşların dünya algılarını "kültür ve duyarlılık" yönünde biçimlendiren baskın medya unsuruydu. Özel televizyon kanallarının yayın hayatın girmesiyle birlikte yeni bir kavramla tanışmış olduk; reyting. Malum, mesele reklam pastasından ne kadar pay alınacağının sözüm ona objektif kriterlerle belirlenmesi olmuştu. Reyting kavgası, içeriğin ne olduğuna değil, o televizyon kanalının ne kadar süre açık kalabildiği kriterine saplanıp kaldı. Artık bütün mesele kanalı değiştirtmeden tutturabilmekti. Bugün miting alanlarında gördüğümüz sığlaşma aslında önce televizyon ekranlarında başladı. Kurtlar Vadisi ile televoleler arasına sıkışmış kültür, mitingleri bile bir boks maçı seyreder üslupta izlediğinden bu yana, gelecek konusundaki duyarlılığını suyu olmayan köyüne gönderilen bulaşık makineleriyle payelendirir.
İnsanlara ne verirseniz onu alırlar, eğilimleri de sığlaşma, sıradanlaşma yönündedir. Bu bazılarının takılıp kaldığı gibi, sadece kapitalist anlayışın dayatması değil, canlının tabiatının doğal bir sonucudur. İşte tozun dumana karıştığı bu günlerde medya, özellikle de görsel medya kendine sormak zorundadır; "duyarlı vatandaş yaratamamış olmakta hiç mi sorumluluğumuz yok?" diye. İşler güllük gülistanlıkken doğru olanı vurgulamayı reyting kaybı sanan bir medya, oklar bir gün kendine çevrildiğinde sözünü anlatabileceği duyarlı vatandaş kalmadığını ancak fark eder. Kendi köşe yazarını bile ilahlara kurban edip sıyrılacağını zanneden patronlara, ilahların kurban talebinin bitmeyeceği acaba ne zaman dank eder?
Sözün özü; gelecek beklentisi olan devletler, bunun teminatının duyarlı vatandaş yaratmak olduğunu daha kuruluşlarından bilirler. Devlet olmanın gereğini yerine getiremeyen milletler, önce halka dönüşür ve tarih sahnesinden er geç silinirler.