Kutlamalarda silah kullanmak serbest miydi?
Ankara Valiliği 28 Ağustos'ta bir genelge yayımladı. Vali Ercan Topaca'nın imzasını taşıyan genelgede bayram, düğün, uğurlama, spor müsabakası gibi kutlama faaliyetleri sırasında, meskun mahallerde ateşli silahla havaya ateş edilmesi nedeniyle yaralama ve ölüm olaylarının meydana geldiği hatırlatılıyor ve bakın ne deniliyor:
"Düğün, nişan ve benzeri kutlama programlarında acı olaylarının yaşanmaması ve kamu esenliğinin korunması açısından, aşağıda belirtilen esas ve usullere göre hareket edilmesi uygun bulunmuştur.
Kişilerin can güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, kamu düzeni ve esenliğinin sağlanması amacıyla, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11 inci maddesinin (C) fıkrasının verdiği yetkiye istinaden, düğün, nişan, eğlence ve benzeri programlar sırasında ateşli silahla havaya ve çevreye ateş edilmeyecektir."
Şimdi bu genelgeden şu anlamları çıkarmak yanlış mı olur: - Demek ki havaya, çevreye ateş etmek şimdiye kadar suç değilmiş!
- Demek ki gazeteciler olarak düğünlerde ateş edip birilerini yaralayanları maganda diye yazarken haksızlık ediyormuşuz, onlar en doğal haklarını kullanıyorlarmış!
Valilik "Havaya ve çevreye ateş edilmeyecektir" derken düğün, nişan ve benzeri programlarla ilgili bir sınır getirmiş gibi de oluyor. Şu durumda kapsamı genişletmek ve başka hangi durumlarla silahla ateş edilmeyeceğini açıklamak gerekmiyor mu?
Yoksa aksine bir açıklama yapılmadığı ve bir genelgeye konu olmadığı sürece düğün, nişan ve benzeri kutlamalar dışında ateşli silahla ateş etmek serbest mi?
Araçların muayenesi tamam ama ya sürücülerin?
Geçen hafta artık neredeyse emekliliği hak edecek yaşa gelen arabamın muayenesini yaptırdım. Bir sorun çıkmadı ve arabam muayeneyi geçti.
TÜVTÜRK muayene istasyonunda araçlarının muayeneyi geçip geçemeyeceğini heyecanla bekleyenlerin durumu pek ilginçti doğrusu.
Araç sahipleri "Ya sorun çıkarsa" telaşında. Bir ay içinde kusuru giderip ayrıca tekrar ücret ödemeden yeniden kontrolden geçmek de mümkün üstelik. Kaldı ki araçta bir kusur çıkarsa bunun belirlenmesi en başta onların lehine. Çünkü muayene istasyonunda öncelikle aracın yürüyen aksamına, frenlerine ve teknik bir sorunu olup olmadığına bakılıyor. Son dönemde bir de plakaların standarda uygunluğu denetleniyor. Ama yine de bir telaş, bir telaş, sormayın!
Geçmiş yıllarda araçtaki ilk yardım seti ve yangın söndürme tüpü üstünde fazlasıyla durulurdu. Ama öyle anlaşılıyor ki ilk yardım seti ve yangın tüpünü muayeneye gelirken geçici olarak edinmek mümkün, bunlar daha sonra araçta belki bulunmuyor bile. Hatta muayene istasyonunda birbirlerine emaneten ilk yardım seti ve yangın söndürücü verenlere de rastlanırdı. Bundan dolayı artık ne ilk yardım setine fazla bakılıyor, ne yangın söndürme tüpüne.
Peki aracının muayeneden geçip geçmeyeceğini heyecanla ve merakla bekleyen sürücüler özellikle ruhsal bir muayeneden geçirilseydi nasıl bir sonuç alınırdı acaba...
Bu görüşü daha önce de dile getirmiştik; artık Türk insanı otomobil kullanmıyor, otomobiller bizi kullanıyor.
Aracının muayeneden sorunsuz çıkmasının keyfiyle direksiyona geçip Ankara'ya doğru yola koyulanların nasıl araç kullandığını görünce bunu bir kez daha düşündüm.
Araçta sorun yok; ama sürücü tepeden tırnağa sorunlu. Emniyet kemeri koltuğun arkasından dolandırılıp yuvasına sokuluyor örneğin. Söylesenize, dünyada emniyet kemeri yuvası için aparat üreten başka ülke var mıdır?
Hadi emniyet kemeri sürücünün sorunu, ya o yakın takipler, ya o kırmızıda geçmeler, ya slalom yapmalar...
Bazen umutsuzluğa kapılmamak elde değil...
Dilenciye para vermeyin!
Değişmeyen temel kuraldır. Gerçek ihtiyaç sahibi bu ihtiyacını gidermek için dilenmez. Hele hele çocuklar birileri yönlendirmiyor ya da zorlamıyorsa hiç mi hiç dilenmez.
Son zamanlarda dilenciler giderek artıyor değil mi, hepimiz gözlüyoruz bunu. Büyük kentlerde duvar diplerinde kucaklarında minnacık bebelerle dilenen onlarca kadın var.
Hiç düşündünüz mü o bebeler akşama kadar nasıl oluyor da uyuyorlar?
Bu konuda hep dile getirilen bir görüş var; bebeklere adeta baygınmışçasına yatmalarına yol açacak bir şey veriliyor.
Ve biz de acıyıp o insanlara para veriyoruz. Böylece o insanlara diyoruz ki, "Sen yarın da gel buraya, ben para veririm, ben olmazsam bir başkası verir, gelmeye devam et, bebeğini uyutmak için de ona sağlığına zararlı şeyler vermeye de devam edebilirsin"...
Onlar da gelmeye devam ediyorlar, köşeler parsellenmiş, herkesin bir alanı var adeta.
Ya o küçücük çocuklar... Üst baş perişan bir şekilde para toplama peşindeler.
Bir de "bir liracılar" var. Bir şey soracağını sanıp kulak verdiğinizde "bir liran var mı" sorusuyla karşılaştığınız. Çoğumuz da fazla muhatap olmamak için "Yok" diyoruz. Ama "Var" dediğiniz an karşıdaki afallıyor, çünkü beklediği ya o bir lirayı almak, ya yok yanıtı. "Var ama vermek istemiyorum" deyince söyleyecek söz bulamıyorlar genellikle.
Bu dilencileri beslemesek, para vermesek bir süre sonra "işler kesat" diye oralara gelmezler.
Birilerine iyilik yapmak mı istiyorsunuz, dilencilere verdiğiniz paraları biriktirip daha yararlı bir hayır işinde harcayabilirsiniz. Türkiye'de binlerce öksüz ve yetim çocuk var, yuvalar var.
Ama hadi itiraf edin, dilenciye para vererek kendinizi en kolay yoldan rahatlatıyorsunuz; kim uğraşacak gerçek ihtiyaç sahibini bulmakla...