Kusurlu büyümede arızi iyileşme
Hafızamda tazeliğini hala koruyor, kendimizi hep kriz eşiğinde hissettiğimiz 90’lı yıllarda ekonomi üst yönetimindeki arkadaşların en büyük övünç vesilesi, Hazine nakit dengelerinin tutturulması ve borçların çevrilebilirliğinin sağlanması idi. Haklılardı da, ekonomi çok daha küçük ve kamu maliyesi çok daha kırılgandı; haftalık hatta günlük nakit yönetimi yapılması gerekiyordu. Ancak son zamanlarda, köprünün altından bunca su geçtikten sonra ve artık çok farklı bir gündem söz konusu iken, yorumcuların analizleri ve ekonomi basınının manşetlerinin yeniden ağırlıklı olarak kamu nakit dengelerine yoğunlaşmaya başlaması biraz tatsız bir çağrışım yapıyor. Üstelik dışarıda daraltıcı para politikalarının ertelenmesi, içeride de teşvik ve kredi kolaylıkları ile büyümede ve piyasa beklentilerinde bir bahar havası yaşanırken ... Kabul, nakit yonetimi, şirketlerde olduğu kadar olmasa da, ülke ekonomisi için de önemli, ama diğer önceliklere yer bırakmayacak kadar öne çıkması yadırgatıcı. Ayrıca zaten aksamadan yürütülmesi zorunlu,bir bakıma rutin bir işlev,üzerinde laf edilmesi hayra alamet degil.
Büyümedeki çelişkiler ve istihdam sorunsalı
Gerçi iyimserliği arttıran göstergelere rağmen kendi icinde çelişkiler barındıran bir ekonomik tablo bizimkisi. Büyümeye rağmen işsizliğin,düşen döviz kurlarına ve hazine kefaletlerine rağmen faizlerin ve enflasyonun arttığı ilginç bir durum ile karşı karşıyayız. Yetkililer her gün faiz düşürmekten söz ederken son ihalede devletin kendi borçlanma kağıdı için daha yüksek faiz ödemeyi kabul etmesi de öyle. Aslında bu, Merkez Bankası’nın temkinli duruşunu sürdürmesinden de belli ki, faizin zorlamayla ve retorikle düşmeyeceğinin kamu yönetimince de benimsendiğine işaret. Öte yandan büyümedeki yükseliş iyi ancak bunun borçlanarak ve harcayarak sağlandığı unutulmamalı;yani ilanihaye sürdürülemez. Hele bütçe açığı ve borç yükü tehlikeli sınırlara yaklaşırken.Vergi ve bütçe gelirlerinde sınıra gelinmiş durumda. Uzun yıllar bir çıpa işlevi gören faiz dışı fazla’nın keskin bir düşüşle geçen yılki 27.5 milyar TL düzeyinden bu yıl 1.8 milyar TL’ye inmesi de tehlikeyi işaret ediyor.
Enflasyon ve işsizlik açısından durum daha da netameli. Bizim de dahil olduğumuz “gelişen ülkeler”in bütününde, küresel sermayenin risk iştahındaki yükselmeye paralel olarak, enflasyon yüzde 3 gibi son yılların en düşük düzeyine gerilerken, yine bizim de dahil olduğumuz G-20 ülkelerinin ortalama enflasyon oranı ise yüzde 2 gibi daha düşük bir düzeyde iken, 2013’ten bu yana bizim enflasyonumuz sürekli artış trendinde. Şimdi de yüzde 10.9 ile G-20’nin en yükseği. Böyle bir enflasyon ile faiz düşüşü beklemek gerçekçi değil. Kaldı ki bu yapısal sınır bir yana, salt kısa vade bağlamında da cari açığın finansmanı açısından cazip bir faiz düzeyinin sürdürülmesi zorunlu. Çünkü geçen yıla göre uzun vadeli kredi temininde bir sıkışıklık, gayrımenkul hariç doğrudan yatırımlarda bir düşüş gözlenirken tabloyu düzelten tek kalem portföy yatırımları ve özellikle devlet borçlanma kağıtlarındaki yüksek faize gelen sıcak para. Buna rağmen dengeyi sağlamak için rezervlerden 2.4 milyar TL harcanmışken,sıcak da olsa kaynak girişini caydıracak bir politika akılcı olmaz.
İşsizliğe gelince,son büyüme artışının işsizliği azaltmaması ilginç.TÜİK’in yeni milli gelir hesaplama yöntemiyle makroekonomik göstergeler arasındaki tutarsızlık sorununu bir yana bıraksak bile (ki bunun izahını istatistik uzmanlarıyla kurumun kendisinden beklemeliyiz), bu ters korelasyonun seçilen büyüme modeliyle ilintisi açık. Belli ki borçlanmaya,ithalata ve tüketime dayalı olan,imalat sanayiini ve sabit sermaye yatırımlarını desteklemeyen bir büyüme sözkonusu. Ayrıca bir de rekor düzeyde düşük “istihdama katılım” sorunumuz var ki iki ucu keskin bıçak gibi. Çalışma çağındaki 60 milyon kişinin 28 milyon’u istihdama katılmıyor,yani işsizlik oranının hesabında dikkate alınmıyor. Buna rağmen işsizliği düşüremiyoruz. Tahmin edeceğiniz gibi bunun büyük bölümü, 20 milyon’u kadın. Yani bu katılımın artması halinde(ki üretim ve milli gelir yönünden çok olumlu) işsizlik daha da yükselecek. Daha kötüsü 15-24 yaş arası 12 milyon nüfusun yüzde 22’si yani 2.6 milyon kişi ne eğitimde ne de istihdam altında,yani boşta. Yüksek öğrenim görenler açısından bu oran daha da yüksek: yüzde 31.5. Rakamların tercümesi kısaca şu: Mevcut modelle büyüme, nüfusun ancak bir bölümüne ve daha çok niteliksiz olanlarına istihdam sağlayabiliyor.
Satınalma gücü morali
Büyümemiz kusurlu ve sürdürülebilirliği kuşkulu diye efkarlanıyoruz ama geçen hafta sosyal medyadan yayılan hükümet kaynaklı bir tespit,özeleştiriden hoşlanmayan fakat iyi haberleri abartmaya teşne halkımızda bir sevinç dalgası yarattı. IMF’nin satınalma gücü paritesine göre hesapladığı Türkiye’de kişi başı milli gelir’in 2017’de 25.000 doları aşacağı ve dünyada 13’üncü büyük ekonomi haline geleceğimiz müjdesi, aslında yeni bir haber değil ve ifade ediliş biçimiyle yanıltıcı. Birincisi, 25bin dolarlık 2023 yılı hedefini şimdiden tuttturduğumuz gibi bir illüzyona yol açmış, oysa o hedef cari kur ve fiyatlarla hesaplanan milli gelirle ilgili. Satınalma gücü paritesi ise satınalınabilecek mal ve hizmetlerin dünya ortalaması fiyatını gösteren yani ülkeler arasındaki fiyat ve kur farklılıklarını gösteren bir hesaplama. Ayrıca bunu nüfusla çarpınca 13’üncü sıra oluyor ama kişi başı gelirde 57’nci sırayı ifade ediyor. IMF, cari fiyatlarla kişi başı milli gelirimizin 10 bin doların altına düşeceğini de söylüyor, bu da kişi başı gelir sıralamasında 64’üncülükten 68’inciliğe düşmememiz anlamına geliyor. Her şey bir yana,satınalma paritesi ile yapılan hesaplamada 25 bin dolar, toplamda 13’üncü sıra ve kişi başında 57’nci sıra yeni bir gelişme de değil, 2015 ve 2016’da da aynı. Anlaşılan, sıkıntılı ülkeye bir moral şırıngası yapılmak istenmiş.
Gerçek şu ki büyümeye verilen önem isabetli; çünkü kurumsal ve yapısal unsurları düzeltmek için zaman lazım,yatırım cazibesi için tek çaremiz büyüme. Ancak mevcut model borcu arttırıp düşük katma değer ve verimlilik ile yapılan üretimin daha büyük bölümünün faize gittiği bir kısır döngü yaratıyor. Böyle bir durumda sağlanan her denge ve iyileşme arızi ya da geçicidir.