Kurumsallaşma
İşletmecilik konusunda yazılıp çizilen hemen her şey gibi bu kurumsallaşma da, benim neslimin çok iyi anımsayacağı, Amerikalı çizer All Capp’ın Türkiye'de “Hoş Memo” olarak tanınan “Li'l Abner” (*) çizgilerinin ne niyetine yersen o lezzeti alan şumuları (shmoo) misali ne niyetle girişirseniz o niyete hizmet eder bir şey haline geldi. Elbette bu konuda da danışmalık şirketleri, kerametleri kendinden menkul gurular türetmiş kurumsallaşma kendi başına bir iş oldu. Özellikle aile şirketlerini hedef alan yazar, çizer ve danışmanlar “kurumsallaşamazsanız çok ayıp olur vallahi” diyerek yarattıkları korku dalgalarında sörf yaparak bu işten nemalanmanın yollarını buldular. Birkaç hafta bu konuyu işlemek istiyorum. İstiyorum çünkü bu konuda para harcayan bazı aile şirketi yönetici / sahipleri bana çeşitli zamanlarda “verim alamadık” diyerek fikir sordular. Biliyorsunuz işletmecilikte “verim alamadık” “paramız ziyan oldu”, “kazık yedik”, “bir halta yaramadı”, “kendimizi enayi gibi hissediyoruz”, “o kadar emek çar çur oldu” gibi daha sert deyişleri kapsayan kibar bir genel sözcüktür. İşte o nedenlerden bu konuya bir eğilmek istiyorum.
Okurlarıma artık gına gelmiştir, ama yine tekrar edeceğim: Tanımı yapılmayan kavramlar konusunda ne yazarım ne konuşurum. O nedenle yine tanımla başlayacağım. Kurumsallaşmanın ne olduğunu tanımlamadan önce, halen nasıl tanımlandığına bir değinelim. Konuda çalışanların hemfikir oldukları tanıma göre kurumsallaşma ‘Bir şirkette işlerin yürütülmesinin ve şirketin büyümesinin şirket yöneticilerinin kişisel yöntemlerine bağlı olmadan sağlanması için gereken yapı ve süreçlerin oluşturulmasıdır’.
Şimdi bir düşünün. İşler (onlar her neyse), yürütülecek (bu ne demekse) ve bu yürütme şirket yöneticilerinin (onlar kimlerse) kişisel yöntemlerine (kişisel yöntemler ne anlama geliyorsa) bağlı kalmayacak (bağlı kalmak ne demekse), bunlar ise belli bir yapı gerektiriyor (bunun ne olduğu o kadar belirsiz ki ben hiç bir şey anlamadım). Bu yapıya ilaveten bazı süreçler de gerekli (bu ne demekse.) Bu gereken yapı ve süreçler yapılmalı, çünkü böyle yapılmamasının anlaşıldığı kadarıyla zararları var. Aziz Nesin’in bir hikayesinin kahramanı bakkala “Biliyorum süte su katacaksın ama insaflı kat, oduna ağır çeksin diye su sıkacaksın ama tadında bırak” yalvarırdı. Bu tanım da işte öyle. Topu topu yirmi kelimelik bir tanımda ‘ve’ kelimesi hariç on-dokuz kavram ve kelimenin kendilerinin tanımlanmaya ihtiyaçları var. Bu tanımı verenlere diyorum ki: “Biliyorum ham hum şaralop yapacak, bir tanım veriyoruz diye kendilerinin tanımları belli olmayan bir sürü kelime kullanacaksınız ama yirmi kelimeden on-dokuzunun tanımsız olması insaf dışı.”
Kaldı ki literatürde yöneticilerinin kişisel yöntemleriyle ‘başarılı’ olan şirket örnekleri bol bol vardır. En azından ben hâlâ işlerin yürütülmesinin yöneticilerin yöntemlerinden bağımsız hale getirilmelerinin neden çok arzulanan bir şey olduğunu anlamış değilim. Üstüne üstlük bu yapılınca şirket niye büyüyecek onu hiç anlamıyorum. Çok da yavaş değilimdir ama! Bu kargaşada anladığım bir şey var ama; o da yönetici / sahiplerin neden “verim alamadık” dedikleri. Bu tanımla verim alırlarsa şaşarım.
Güzelim Türkçemizin cilveleri vardır. Sayıca oldukça da fazladır. Sözgelimi “pazarla” bir emirdir. Hani şu “patatesleri pazarla” komutunda olduğu gibi. Pazarlama bir yasaklama emiri değildir. Bir sürece işaret eder. “Kurumsallaş” bir emirdir. Kurumsallaşma ise pazarlama gibi bir yasaklama emri değil bir sürecin adıdır. Buraya kadar iyi de tanım yetersiz. Bu tanımla işe başlayanlar kurumsallaşma sözcüğünün emir halini kullanmaya hazır olmalıdırlar. Konuyu işlemeye devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın.
(*) Daha önce 04.04.2012 tarihli “Yeter Gari: Strateji” başlıklı köşe yazımda şumulara değinmiştim.