Kurumlar vergisinde yenilenme ihtiyacı
Bu gün yıllık kurumlar vergisi beyannamesinin verilme süresinin son günü. Bu nedenle ben de belli bir konu yerine, Kanunun geneline bir bakış yapıp, daha başarılı bir uygulama için neler yapılması gerektiğine değineyim dedim.
2006 yılında 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun yerini 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu aldı. O günden bu yana yaklaşık 12 yıl geçti. Kanunun bir çok hükmü başarı ile yaşama aktarıldı. Ama bazı hükümleri aynı başarıyı sağlayamadı. Bu başarıyı sağlayamama bazı noktalarda idarenin anlayış ve tutumundan bazı noktalarda ise çelişkili içtihatlardan kaynaklandı. Özellikle transfer fiyatlandırması veya örtülü sermaye gibi bazı düzenlemeler ise şirketler dünyasında sıkıntılara yol açtı.
Pek çok temel Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu veya İhale Kanunu gibi temel kanunlar, günümüze kadar pek çok değişiklik geçirirken, onlara nazaran 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu - hükümetlerin izlediği politikalara göre istisna düzenlemesi ekleyen değişiklikler bir kenara bırakılırsa – çok az değişiklik geçirmiştir. Bu açıdan bakılırsa başarılı bir Kanundur. Başarılı olmasını biraz da “ortak aklın” eseri olarak geniş katılımlı bir komisyon çalışmasına dayalı şekilde ve merhum bakan Kemal UNAKITAN’ın desteği ile Vergi Konseyi tarafından hazırlanmasına borçludur. Bu çalışmaya, Tasarı üzerinde son söz sahibi olan Maliye Bakanlığı pek az müdahale etmiş ve öylece Meclise sunulmuştur.
Ancak tabii ki, siyasal/ekonomik politikalardaki gelişmeler, teknoloji dünyasındaki ilerlemeler ve bunları yansıtan iş dünyası aktörlerindeki yapısal değişimler, Kurumlar Vergisi Kanununun da gözden geçirilmesi gerekli kılmaktadır. En basitinden, Kurumlar Vergisi Kanununun yürürlüğe girişinden sonra yeni bir Ticaret Kanunu yürürlüğe girmiş, OECD nezdinde BEPS diye adlandırılan bir takım kurallar benimsenmiş, sanal iş yeri gibi yeni oluşumlar ve giderek ağırlığı artan elektronik ticaret yeni bir ticaret şekli olarak karşımıza çıkmış ve sanal platformlar üzerinden ticaret yapılmaya başlanılmıştır.
Kanunun en başarısız uygulama örnekleri ise transfer fiyatlandırması düzenlemesi ile gerek transfer fiyatlandırması gerekse örtülü sermaye düzenlemelerinin düzeltme hükümleri ile bu düzenlemelerin KDV’ye yansıması alanında oluşmuştur. Kurumlar Vergisi Kanununda söz konusu düzenlemelerin birer vergi güvenlik önlemi olduklarına dair bir nitelendirmeye yer verilmemiş olması bu sorunları körüklemiştir.
Satış kazancı oluşmayan taşınmaz veya iştirak hissesi satışlarında kurumlar, bu zararı tam olarak dikkate alamadıklarından istisna yaptırım haline dönüşmüştür. Bu konudaki istisnanın ya yeniden düzenlenmesi ya da istisnalar arasından çıkartılarak bir indirim haline dönüştürülmesi gerekmektedir.
Daha önce sermayeye eklenmiş çeşitli iç kaynakların sermayeden çekilmesi (sermaye azaltımı) hali idari anlayışta stopaj kaynağı olarak yorumlanmakta ve pek çok ihtilaflı tarhiyata yol açılmaktadır. Sermayeye eklemeyi izleyen belli makul süre sonucunda artık bu kaynakların sermayeye dönüştüğünün kanun ile kabulü gerekmektedir. Buradaki belirsizlik ve yoruma açıklık, hukuk güvenliğini zedeler niteliktedir.
Nakit sermaye artırımlarını teşvik amacıyla getirilen faiz indirimi, sermaye avansları ve ortakların şirketten alacakları konusunda yasal dayanağı olmayan idari anlayışla sınırlamış olup yeterli başarıyı sağlayamamaktadır.
İçinden çıkılması zor hesaplamalara dayalı ve pek çok ihtilafın kaynağı indirimli kurumlar vergisi düzenlemesinden vazgeçilerek eski “yatırım indirimi” müessesesi benzeri daha basit bir teşvik sistemi oluşturulması gerekmektedir.
En önemlisi giderler konusunun gözden geçirilmesi gerekmektedir. İdare tarafından zaman zaman tahdidi gibi görülen, bazen de böyle yorumlamaya müsait giderler hükümleri ile günümüzde anlamını yitirmiş veya her hangi bir ilkeye dayanmayan kanunen kabul edilmeyen hükümlerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuyu daha önce “giderlere” özgürlük başlığı altında yazmıştım. İleride tekrar yazacağım.
Ticaret Kanununda kabul edilmiş “şirketlerin kendi paylarını edinmesi”, “şartlı sermaye artırımı” gibi müesseselerin vergisel sonuçlarının, Kanunda düzenlenmesi gerekmektedir.
Pek çok şirketin başvurduğu kısmi bölünme müessesesinin de uygulamada sıkıntılara yol açtığı gözlemlenmektedir. Özelikle şirketlerin peçeleme veya vergi planlaması iddiası ile karşı karşıya kalmasına yol açan düzenlemelerin yeniden ele alınmasında fayda vardır.
Bunlar sadece öncelikle olarak karşımıza çıkan konu başlıkları. Kanunun bütünüyle masaya yatırılması, 12 yıllık uygulama sonuçlarının özelgeleri ve içtihatları ile değerlendirilmesi ve Kanunun zamanın yıpratmasından korunması gerekmektedir. Gerçi Vergi Konseyi bünyesinde bu konuda bir özel komisyon çalışmaktadır. Ancak bu çalışmaların sonuca ulaşmasının Hazine ve Maliye Bakanlığının sahip çıkmasına ve siyasetçinin benimsemesine bağlı olduğu da unutulmamalıdır.