Kurlar nereye kadar?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Ağustos başından beri Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin para birimleri dolara karşı ciddi miktarda değer kaybetmekteler. Son 2 aydaki değer kaybı %20'ye yaklaşmış durumda. (Aslında bu değer kaybı zayıf seyreden küresel talep ortamında gelişmekte olan ülkelerin avantajına olarak da görülebilir.) Öte yandan, gelişmekte olan ülkelere gelen bu satışın altındaki neden ise çok belirgin değil. Bir açıklama başta Yunanistan olmak üzere mali durumu zayıf Avrupa ülkelerinin ve dolayısıyla da Avrupa bankalarının küresel yatırımcılar gözünde "yatırım yapılabilir" statülerini kaybetmeye başlamaları ile birlikte söz konusu yatırımcıların risk iştahının iyice azalması ve "volatil" olarak bilinen gelişmekte olan ülke piyasalarından da çıkarak bilançolarındaki riskleri daha da azaltmaya çalışmaları şeklinde. Ancak, sırf bu nedenle bu yatırımcıların mali durumu göreceli olarak sağlam olan Türkiye gibi ülkelerden %20-30 civarında zararı göze alarak çıkmaları çok da mantıklı gelmiyor doğrusu. Şahsen, bu harekette Avrupa piyasalarında dolar ve euroda likidite sıkışıklığı gibi daha öncelikli (immediate) nedenlerin ağır bastığını düşünmekteyim. Eğer bugünkü toplantısında Avrupa Merkez Bankası politika faizlerini düşürüp likidite imkanlarını artırırsa, kurlar üzerindeki bu baskı da bir miktar azalabilir.

Bu ortamda, hiç kuşkusuz Türkiye ekonomisi ile ilgili en büyük risk döviz kurunun ekonominin temel dengelerini bozucu şekilde değer kaybetmesi riskidir. Her ne kadar bizimle aynı sepette yer alan serbest döviz kurunu benimsemiş ülkelerin paraları da değer kaybetmekte ise de, Türkiye bazı noktalarda bu ülkelerden negatif yönde ayrışmaktadır:

1-Aynı kategoride bulunduğu diğer gelişmiş ülkelere göre Türkiye ekonomisi daha dolarizedir. Diğer bir ifadeyle, özel sektör şirketlerinin ve kısmen de kamunun (özellikle enerji ithalinde) önemli miktarda döviz borcu ve/veya gideri söz konusudur. Özellikle yüksek döviz borcu ve göreceli düşük döviz geliri olan şirketler önemli miktarda bilanço zararı yazmaktadırlar.

2-Türkiye'nin cari açığı diğer ülkelere göre çok yüksek boyutlardadır. Her ne kadar, normal şartlarda cari açıktaki artışın sene sonuna doğru ivme kaybetmesi ve seneye %6-7 civarlarına gerilemesi beklenmekteyse de, gene de bu orandaki açık diğer ülkelere göre çok yüksektir. Ayrıca, açık gittikçe daha çok kısa vadeli fon girişleriyle finanse edilmekte, yani, açığın finansman kalitesi gerilemektedir.

3-TL'yi diğer paralara göre saldırıya daha açık (vulnerable) bırakan diğer bir etmen de, döviz rezervlerinin seviyesi ve bu seviyenin kısa vadeli borçlara ve ithalata oranıdır. Gene aynı risk grubunda görülen diğer ülkelere göre Türkiye'nin durumu daha zayıf görünmektedir. Son hesaplamalara göre MB'nin 15 milyar dolar daha döviz  satması Türkiye'yi rezervlerde kritik seviyelere getirebilir.

4-Kurlarla ilgili bir başka zaafiyet noktası ise paradoksal bir şekilde Türkiye piyasalarının aynı kategorideki gelişmekte olan ülkelere göre daha derin olmasıdır. Özellikle, akut likidite ihtiyacının ortaya çıktığı dönemlerde, yatırımcılar öncelikle likiditesi bol olan ekonomilere, deyim yerindeyse, saldırmaktadırlar.

5-Kurlarla ilgili son bir zaafiyet noktası olarak da artan enflasyon riskinden söz edilebilir. Çekirdek enflasyonun %7'ye, ÜFE'nin ise % 11'e yükselmiş olduğu bir ortamda, döviz kuru - enflasyon geçişkenliği dikkatle takip edilen bir parametre olmaktadır.

Döviz konusundaki bütün bu negatif etmenleri sıraladıktan sonra, Türkiye'nin gene de döviz sıkıntısı nedeniyle bir ekonomik krize girme ihtimalinin oldukça düşük olduğunu düşünüyorum. Kurlardaki artışa karşın, bankalararası piyasada döviz faizlerinde herhangi bir artış gözlenmemektedir. Bu da piyasada hâlâ yeteri kadar döviz likiditesinin olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, dün Merkez Bankası'nın TL munzam karşılıklardaki döviz oranını %20'ye çıkarmış olması da, bankaların yeteri kadar atıl döviz varlıkları olduğunu teyit eder niteliktedir. (Açtığı sürpriz yüksek montanlı döviz satım ihalesine oldukça yüksek bir talep gelmiş olması ise iki yönde değerlendirilebilir: Birincisi talebin ağırlıklı olarak BOTAŞ veya benzeri bir kamu kurumundan gelmiş olması. İkincisi ise yabancı yatırmcıların ne pahasına olursa olsun varlıklarını satıp likite geçme arzusunun devam ediyor olması.)

Sonuçta, gelişmekte olan ülke paralarında görülen bu satış baskısının ilelebet sürmeyeceği ve bir noktada terse döneceği kanaatindeyim. Burada AB ve AMB'nin önümüzdeki dönemdeki aksiyonları belirleyici olacaktır. Ancak bu baskının süresi arttıkça piyasaların tedirginliği ile birlikte şirketlerin daha uzun vadeli açık döviz pozisyonlarını kapama güdüsü de artmaktadır. Geçen ay, yıl sonundan önce bu baskıların azalması ve TL'nin yeniden değerlenmesi beklenirken, şimdi bu beklentiler yeni yıla sarkmış vaziyette. Bu süreçte Merkez Bankası'nın sağlam durması ve mümkün olduğunca spekülatif çıkışları kolaylaştıran döviz satışlarına meyil etmemesi esastır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019