Kurla zenginleşen kurla fakirleşir!
ANKARA'DAN / Taylan ERTEN [email protected] Artık, "atasözü" müdür, "deyim" midir; takdirinize kalmış: Kılıçla yaşayan kılıçla ölür! İyi bir laftır. İster siyaset, ister ekonomi... Nereye uzatırsanız oraya uyar. Siyasetten misal: Cumhuriyet'in temellerini oyanın kafasına Anayasa düşer. Ekonomiden misal: Kurla çıkan kurla iner. Kurla zenginleşen, kurla fakirleşir. Ve nihayet... Borçla yaşayan borçla ölür! Tabii, "kılıç" ve "cumhuriyet" hariç bütün bu misalleri, önüne "sadece..." sözcüğünü koyarak okumak şart. Sadece düşük döviz kuru sayesinde "zenginleştiği" sanılan bir ekonomi kur yükseldiğinde fakirleşir! Bu durumda zenginleşme sanal, fakirleşme ise gerçek olur. Sadece borçla yaşamak, "büyümek" de öyle... Üzerine çokça yazıldı, yorumlandı, ama bir kere daha hatırlatmakta yarar var. Çünkü, kamuoyu bir şeyi çok merak ediyor: Madem büyüyüp duruyoruz, nerede kişi başına gelirim, nerede benim refah payım? Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2006 yılında 7 bin 500 dolar açıkladığı kişi başına geliri 2007 yılında yüzde 25 artırarak 9 bin 330 dolara yükselttiğinden beri, "reel hayatın" içinde üç kuruşun peşinde ömür tüketenlerin "reel ekonomiye" sordukları soru bu. Refah payından vazgeçtik: Üretimle değil, düşük döviz kuruyla büyüyor görünse bile, şu sorunun cevabı da merak konusu: Madem ekonomi büyüyor, GSYİH böylesine artıyor da, resmi işsizlik tanımlarının tamamına bakıldığında, çalışma çağındaki her 100 vatandaştan 20'si neden işsiz? Bu, nasıl "parlak" bir ekonomi ki, istikrarlı, insanca yaşatabilir ücretli, haysiyetli iş üretmekten bu kadar aciz? Ve, neden bu ülkede "resmen" yaklaşık 13 milyon vatandaş (toplam nüfusun yüzde 18'i, kentlerde yüzde 10'u, kırsalda yüzde 32'si) çoluğu çocuğu, hayatıyla yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahk�m? Başka sorular da var Bugüne kadar düşük döviz kuru-yüksek faiz denklemiyle "başarılan" borçla büyüme, bugünden sonra devam edecek mi? Hadi, gene de sakin olalım ve diyelim ki, ABD'de başlayan küresel finans krizi Türkiye'nin kapısına dayanmak üzere. Kapıyı zorlayıp girdiğinde; kur "istikrarı" bir "dip dalga" etkisiyle o çok böbürlenilen makro denklemlerin tümünü yerinde oynattığında ne olacak? Kimin ne tedbiri, "B planı", kriz senaryolarına göre tasarlanmış "acil müdahale" donanımı var? Diğer bütün meseleler bir tarafa. Ülkenin kamusuyla özel sektörüyle borç durumu şu: Toplam dış borç stoku 247.2 milyar dolar (Aralık 2007). Kurla yüzde 25 sıçrayan GSYİH da 658.8 milyar dolar. Borcun GSYİH'ye oranı yüzde 37.5. Cari açık beklentisi yaklaşık 40 milyar dolar. Ne ile kapatılacak? Yeni borçlarla! Devam edelim: Merkezi yönetimin dış borcu 67.1 milyar dolar. Yerel yönetimlerin borcu 6.2 milyar dolar. Kamunun durumu nispeten iyi: Dış borçların büyük bölümü orta ve uzun vadeli. Risk altında olan özel sektör. Stok borç 158 milyar dolar! Toplam borçlar içindeki özel sektör payı yaklaşık yüzde 64. Borcun 37.4 milyar doları kısa, 120 milyar doları orta ve uzun vadeli. Bunun 14.6 milyar doları bankaların borcu (yüzde 39). Şimdi, düşünelim: Durumumuz sağlam, ekonomi iyi yolda avuntusuyla meşgul özel sektör, küresel krizin tetikleyeceği ani, hızlı, kontrolsüz kur artışını nasıl göğüsleyecek? Göğüsleyebilecek mi; yoksa, bir işadamı okurumuzun dediği gibi, bu krizin "dağıtacağı" şirketlerin işe yarayanları yabancılar tarafından "üç kuruşa" toplanacak mı? "Washington Konsensüsü" İktidar kendi derdinde, krize filan baktığı yok! İktidarın "ekonomi yönetimi" de ya gidişatın farkında değil, ya da farkında ama "siyaset icabı" susuyor. Oysa, bu kriz, geçmiştekilerden çok daha tehlikeli, yaygın ve küresel derinliğe sahip. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, "En akut krizi yaşıyoruz" diye boşuna uyarmadı. "Akut kriz" şiddetli, yaygın ve etkili tedavi gerektiren hastalıklarda sözkonusu. Buna "en" durumunu eklediğinizde, olayın vahamet boyutuna gelmiş demektir. Ne hükümet ne ekonomi yönetimi ve ne özel sektör bu uyarıyı gereğince algılamış görünüyor. Bir "lay lay lom" havasıdır gidiyor! Ama, dünya farklı şeyleri tartışıyor: ABD kökenli 2008 krizi "1929 dünya buhranından" sonraki en güçlü kriz olarak nitelendiriliyor. Krizin "çekirdeğine" yerleşmiş "başı bozuk" finans dinamiklerini kutsama, "baştacı" etme dönemi kapanıyor. Herkes tedbir peşinde. "Washington Konsensüsü"nü hatırlar mısınız? Hani, "neo liberal" küresel yapılanmanın "amentüsü" vardı? İşte 1990'ların o "konsensüsü" önce Washington'da çökmeye başladı. Oradan dünyaya yayılıyor. "Konsensüs" en dokunulmaz döneminde 2001-2002 kriz sürecinde Türkiye'ye "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adıyla girmemiş miydi? Bugüne kadar büyük bir sadakatle uygulanmamış mıydı? Washington'da yıkılan "efsane", Türkiye'ye ağır kriz olarak dönmez mi? Bugünler, dönüşün başlangıcıdır!