“Küreselleşme deme bana”
Dünya Ekonomik Forumu’nun(DEF) Davos’ta yapılan yıllık toplantılarını yirmi yıldır izliyorum. Bu yirmi yılda dünyanın ne kadar büyük bir değişimden geçtiğini ve bugün ne kadar farklı bir dünyada yaşamakta olduğumuzu da daha iyi anlayabiliyorum bu sayede. Davos’un bu yılki havasını da bu değişim belirliyor bence.
Davos’a ilk gittiğim yıllarda en fazla dikkatimi çeken şey, küreselleşme süreciyle dünyaya yeni bir yön vermiş olan ABD’den ve Avrupa’dan gelen katılımcıların aşırı özgüveni olmuştu. Küreselleşme sürecinin Batı dünyası dışında, özellikle Çin’de ve Asya’da büyük bir dönüşüme yol açarak küresel kapitalizmin oyun alanını hızla genişletmiş olması, Batı’nın ve iş dünyasının 2000’lı yıllara büyük bir iyimserlik havası içinde girmesini sağlamıştı. Küresel oyuna yeni katılan Çin ve diğer “yükselen” ülkelere ise sempatiyle bakılıyor, yeni bir küresel orta sınıfın oluşmakta olması olumlu bir gelişme olarak algılanıyordu.
O dönemde küreselleşmeye muhalefet eden ve ses getiren protesto gösterileri düzenleyenler ise refah içindeki Batı toplumlarında, dünyanın, çevrenin ve insanlığın geleceğini kendine dert edinen ama geniş kitleyi temsil etmeyen gruplardı. Bu gruplar protestolarını bazı yıllarda Davos’ta da gerçekleştirmek istemişler ve bu nedenle toplantılar sıkı güvenlik önlemleri altında, tel örgülerle korunmuş mekanlarda yapılabilmişti.
Batı kendi çocuğunu reddediyor
Batı’nın iyimser küreselleşme senaryosu ilk büyük darbeyi 11 Eylül şokuyla yaşadı, 2002 yılında Dünya Ekonomik Forumu Yıllık Toplantısı da ABD ile dayanışma havası içinde New York’ta yapıldı. Buna karşın küreselleşme sürecinin gelişimini sürdürdüğü dönem, küresel finansal krizin dünyayı sarstığı 2008 yılına kadar sürdü. Bu süreç, teknolojideki atılımın da katkısıyla, dünyadaki bütün dengeleri değiştirdi. Başta Çin olmak üzere Batı dışındaki ülkelerin dünya ekonomisindeki ağırlığı artarken ABD’nin ve Batı’nın tartışılmaz üstünlüğü de sarsıldı.
Şimdi gelinen noktada kendilerini küreselleşme sürecinin kaybedeni olarak görenlerin Batı’nın orta sınıfları ve genelde emekçi kesimi olduğunu görüyoruz. Günümüzde gündeme damga vuran küreselleşme karşıtlığının arkasında da marjinal sayılabilecek gruplar değil, geniş kitleler var. İngiltere’de Brexit dramının yaşanması, Trump gibi birinin ABD Başkanı olup küreselleşmeye cephe alması ve Çin’e karşı ticaret savaşı açması, Fransa’da sarı yelekli protestocuların Macron’u zor duruma düşürmesi hep bu tepkinin doğurduğu sonuçlar. Popülizmin ve milliyetçiliğin yükseldiği ortamda küreselleşmenin geleceğiyle ilgili kaygılar da artıyor ve sürecin ancak ciddi bir değişime uğrayarak sürdürülebileceği fikri güç kazanıyor. Batı toplumlarında “küreselleşme deme bana” diyenlerin sayısı giderek artıyor.
Küreselleşme 4.0 mı, yoksa “00” mı?
Dünya Ekonomik Forumu’nun dün başlayan 2019 Yıllık Toplantısı’nın konu başlığı “Küreselleşme 4.0” olarak belirlenmiş. Küreselleşme karşıtlığının güç kazandığı günümüzde çekiciliğini hayli kaybetmiş görünen küreselleşme sürecinin, teknolojideki yeni atılımlardan da yararlanılarak nasıl canlandırılabileceği tartışılacak bu başlık altında. DEF internet sitesinde şöyle bir dolaştığınızda, bu tartışmaya yön verebilecek farklı görüşlerle, ilginç saptamalarla ve önerilerle karşılaşıyorsunuz. Küreselleşmenin ancak kapsamlı bir anlayış değişikliğiyle yaşatılabileceği fikri güç kazanıyor. Küreselleşme 4.0 da ancak böyle bir anlayış değişikliğiyle başarılı olabilir ve küreselleşmenin “00” a gitmesini önleyebilir diyenler de var.
Bu arayışta en ilgi çekici nokta, küreselleşme sürecinin bugün yaşamakta olduğu krizin aslında kapitalizmin eşitsizlikten güç alan mantığıyla yakından ilişkili olduğunun tartışma gündemine getirilmesi. Teknolojideki atılım da aslında bu mantık içinde gelişiyor ve geniş toplum kesimleri için yaşamsal uyum sorunları yaratıyor. Bu nedenle Küreselleşme 4.0’ın başarı şansını da bu çerçeve içinde düşünmek gerekiyor.
Küresel kapitalizmin hakim tepelerini işgal eden dev şirketlerin katkısıyla bu günlere gelen Dünya Ekonomik Forumu’nun bu tartışmayı hangi noktaya kadar derinleştirebileceği sorulması gereken bir soru ama toplumsal baskıların böyle bir sonuç doğurması bile önemli bir gelişme sayılabilir bence.