Küresel sermayenin ilgi odağıyla çelişik yapısal reform gerçeğimiz
Küresel sermayenin her zaman ilgi odağındayız. Neden bu yüksek ilgi? Sorunun yanıtı 2013 ve 2014 yılı milli gelir hesaplarının kırılımındadır. Sabit fiyatlarla Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın (GSYH) harcama bileşenlerinde, yerleşik hane halklarının tüketimi %67 kadardır. Açıkça, global ekonomi içinde yer edinme şeklimiz çarpıktır: Kraldan kralcı, liberalden liberalci, ölçekliden ölçeklici bir ekonomi tercihimiz bulunuyor. Gelişmiş ekonomilerle gelişmekte olan ekonomileri karşı karşıya getiren öylesine açık bir gerçek var ki, bunun kısa vadede değişmesini beklemek saflık olur. Brezilya, Endonezya gibi, yıllar yılı yerel ekonomileri küresel serbest sermaye hareketlerine teslim olmuş ülkelerin, kriz sonrasında da kendilerini korumakta zorlandıkları öne çıkmaktadır. Bunlar, 2007 Ağustos sonrasının kriz politikalarında sermaye girişlerine sınır getiren nadir ülkeler arasında yer almışlardır.
Gelecek nesillerine ulusal zenginliklerini eriştirebilme endişesi taşıyan ekonomik politikalar, küresel serbest sermayenin ilgi odağıyla karşı karşıya kaldıkça, olabildiğine sert çatışmalar yaşanabilmektedir. Çatışmanın ana ekseninde gelişmiş ülkeler, tali eksenindeyse gelişmekte olan ülkeler vardır. Gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki fark, kurallara uymak zorunda olanlarla kural koyucular arasındaki farktır. Gelişmiş ülkeler için söylenebilecek tek şey, kendi yarattıkları canavara teslim olmaktır. Ölesiye rekabet anlayışının paradoksal yansımaları; gelişmiş, gelişmekte olan demeden her kesimi içine almaktadır. Küresel serbest sermaye çok şey ister: Enerji açığının sürekliliğini, GSYİH’nin artışını, tüketim odaklılığını, borçlanmadaki uzatmalı sürecek olan talebi, turizmdeki ucuzculuğu, gıda ve hayvancılıkta arazisini erozyonlara terk ederek ithalata yönelmişliği görmek ister. En azından bunu satın alır. Kurallara bu yönde işlerlik kazandırmaya çalışır. 1996 yılı sonrasındaki Gümrük Birliği şartlarıyla bugünün Avrupa’sının üçüncü ülkelerle gerçekleştirdiği serbest ticaret anlaşmaları, Euro bölgesinin küreselleşmeye bakış açısındaki tarafgirliği ne kadar güzel ortaya koymaktadır. Gelecek nesillere ulusal zenginlik eriştirmenin sorumluluğunu taşımak, oldukça zor bir görevdir. Gelecek nesillerine el değmemiş bir doğa kazandırabilmek; ekonomi politikalarında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanmayı, enflasyondaki katılığı kırabilmeyi, üretim odaklı büyüyebilmeyi, hane halklarına harcanabilir gelirlerini biriktirmeyi, mevsimlere yayılmış katma değeri yüksek bir turizm sunabilmeyi, gıda ve hayvancılıkta yerel kapasiteleri artırmayı isteyecektir.
Çakışan çıkarları tüm sektörlere yaydığımızda karşımızda yapısal reformlar durmaktadır. Zor olanı aşamamak kazandıklarımızı da kaybedebilme riski taşıdığını unutmamalıyız. Altın yumurtlayan tavuğu keserek 20 altın yumurta beklentisiyle dolmak, kurusıkı tabancayla cenge çıkmak olur. Her yolun Roma’da buluştuğu kadar, irili ufaklı sektörlerde yapısal reform, bizi içinde bulunduğumuz açmazdan kurtaracak tek yoldur. Yeter ki ileriye baktığımızda ağaçları değil de ormanı görebilelim.