Küresel sermaye akışı ve riskler
Unutmayalım, ağzında balı olan her arının, kuyruğunda da iğnesi var. Özel sektörümüzün dinamizmi, yabancı yatırımcıları yerli katma değer yaratmaya gerek duymadan, tehlikeli bir portföy ve doğrudan yatırım birikimi oluşturmasına izin veriyor. Tüketim açlığı ve tasarruf yetersizliğinde kıvranan ekonomimize, davranışsal ekonomi şöyle bir göz ucuyla bakarsa; fazla zorlanmadan, finans dışı kesimin toplam dış borç (FDKTDB) seyrini görecektir elbette. FDKTDB'nin milli gelire oranı, 2003-2012 döneminde geçen 9 yılda, 2.72 kat arttı. 2.6 katı artan GSYİH'den (USD) fazla. Her yıl FDKTDB, milli gelir (USD) büyüme hızından %5 daha fazla artış ortaya koyuyor. Yıllık ortalama artışı %11.76'ı bulabiliyor.
Sermaye 1994'de, 1997'de, 2001'de ekonomimizi donatmıştı. Çıkıp gittiğindeyse, kış ortasında donmakla yüz yüze kalmıştık. Biz küresel krizin odağında değiliz. Dünya ekonomisinin gölge bankacılık ve kamusal borç yükü bize görece avantaj sağladı. Serbest sermayenin uğrak yeri olduk. Artık durum değişti. Küresel kur savaşları ortamında 120'nin üzerine çıkan reel efektif kur endeksi (REKE), can yaktı. Kapasite kullanım oranımız %70'e doğru sarktı. Büyümemizdeki o gönenç dönemleri bir anda unutulmaya başlandı. Ocak gerçekleşmelerinde de teyit edilen yüksek enflasyon, dolaylı vergilere dayanmış vergi sistemimizi köşeye sıkıştırdı. Bir seferlik zamlar, enflasyon bekleyişlerini bozdu. Hedef patikasına dönüş, Merkez Bankası'nın deyişiyle, Haziran sonrasına sarkabilecektir..
9 yılda kamusal harcamaları disiplin altında tutarak faiz dışı bütçe dengesini artıda tutabilmek başarıydı. 2012-2013 geçişinde yeni bakanlıklar açarak, il sayısını artırarak, bozulduğuna tanık olduğumuz bütçe dengesi, bir seferlik fiyat artışlarıyla açığını kapatmaya çalıştı. Oysa Türkiye ekonomisi için, her zaman geleneksel bir çıkmaz sokak olmuştur zamlar. Bu zamlar da, tarihsel tecrübelerimizi tecrübe etmekten başka bir şey değildir.
Finans dışı kesimin milli gelire oranı 2003'e %6.1 ile başlamıştı. 2012'yi ise %16.6 şeklinde bitirebilecektir. Bu artış, olağanüstü bir risk yığılımı saklamaktadır. Küresel etkileşimler, kapsamlı bir incelemeyi gerektiriyor. FED'in yıllık politika faiz değişimini bir kefeye, "FDKTDB / GSYIH" oranımızdaki yıllık değişimiyse öteki kefeye koyarsak, iki seri arasındaki güçlü, bir o kadar da anlamlı negatif korelasyona şaşırmamak gerektir. Dot-com krizinin ardından 2003'e kadar faiz düşüren FED, %1 seviyesinde dur diyecek, 2004'te 1.25, 2005'te 2 yükselterek kısa zamanda faizi %4.25'e çekecektir. Bizse %6.1 borç payını; -1.2 ve -0.3 düşürerek %4.6 dibine çekeceğiz. 2006 FED'in 5.25 zivesine tırmanma yılı, bizim bekleme yılımızdır. 2007'deyse FED, krizin ayak seslerini duymakta, %1 alçaltıp faizi 4.25'e düşünce, bizim yabancı sermaye açlığımız durumu fırsat bilip payını 2.8 artırır. Oran %8.4'e çıkmıştır. 2008'de -%4 düşürülse de faizler, bu kez korku hakim olur ve risk iştahını. Borçluluğumuz küçük adımlarla ilerler. 2011 %3.4 yıllık artışıyla, geçmiş 9 yılın en risklisi olacaktır.
Sözün özü, dünyadan beslenen risk akışına başıboş ve savunmasız kalmıştır finans dışı kesimimiz. Sahipsiz bırakılmışlığı yaşamaktadır. Oysaki liberal ekonomiler, bu dönemde duydukları denetim ve kontrol gereksinimini tarihin hiçbir döneminde duymamaktadırlar.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar