Küresel resesyon Türkiye sanayicisi için fırsat mı handikap mı?

Burcu KÖSEM
Burcu KÖSEM [email protected]

Bu yıl herhalde enflasyondan sonra en çok kullandığımız ekonomik terim resesyon oldu. En basit ifade ediliş şekliyle ekonomide durgunluk anlamına gelen bu kelime, nasıl olur da bir fırsatın kapısını aralayabilir diye düşünebilirsiniz. Oysa bulunduğumuz durum itibarıyla küresel ekonomide sadece bir resesyon halini değil aynı zamanda önemli bir dönüşümü de konuşuyoruz.

Peki tüm dünya yangın yerine dönmüş ve bir taraftan küresel resesyon konuşulurken dönüşmek kolay mı? Elbette kolay değil, kolay olsaydı zaten buna dönüşümde denmezdi. İlave olarak dönüşüm tüm sektörlere eşit mesafede olumlu katkı sağlamayacağı gibi olumsuz yüzü de sektörlere göre farklılık gösterecektir. Kolayca şekil alabilen bir madde kabını tamamen doldurabiliyorsa, dönüşüm için aynen bu esnekliğe sahip olanlar ve değişikliklere kolayca uyum sağlayanlar hızlı başarıyı sağlayacak ve önde gidenler olacaklardır.

Dönüşümü konuşurken, Türkiye Ekonomi Modeli ile beraber ortaya çıkan tartışmaları, ekonomiyi bilen ve özümseyen herkes için bilimsel gerçekliği olan kavramları da tekrar tekrar irdelemekte fayda var…

Nedir bu kavramlar?

Sürdürülebilir büyüme… Dönüşüm tam da bu kavramın anlam bulabilmesi için önemli. Çünkü sürdürülebilir büyüme, katma değeri yüksek üretimle; katma değeri yüksek üretim ise, teknoloji dönüşümü ile mümkün gözüküyor. Türkiye sanayisinin gelişimi de tam bu minvalde olmalıdır ki; ithalata bağımlılık bitirilip, cari fazla verebilelim. Tabii tüm bunlar hep söylediğimiz teknolojik dönüşüm, katma değeri yüksek üretim ve ihracat ile mümkün.

Cari fazla verdiğimiz yıllar yok muydu?

Türk iktisat tarihinin yakın dönemine şöyle bir göz atacak olursak; 1990 yılından itibaren cari fazla verilen yıllar 1994, 1998 ve 2001 yılları… Bu tarihlerin ortak özelliği kriz yılları olmaları. Dönemin reçetesi; liberalleşen kambiyo rejimi, yüksek faiz ve düşük kur politikasıydı. Ayrıca büyük iki sorun yüksek enflasyon ve kamu borcu olarak da masadaydı.

Ardından cari fazla verilen karakteristik bir yıl da 2019’du... Yanlış okumadınız o yıla kadar da yıllık bazda cari fazla verilememiş ta ki 2018’de bir kur krizi yaşanıp, son çeyrekte bir küçülme yaşanana kadar…

Türkiye’de kronik bir cari açık ve dış ticaret açığı sorunu olduğu bir gerçek. Ancak Türkiye ekonomi modeli faiz politikası üzerinden eleştiriliyor (ki zaman zaman bu eleştirileri ben de yaptım) ve cari açığa çözüm olarak Türkiye’de yıllardır zaten uygulanmakta olan Ortodoks İktisat politikası öneriliyor. Ekonomistler ikiye ayrıldı, bir kısmı uygulanmakta olan bu politikanın döviz üzerindeki olumsuz etkisi, dövizin enflasyon üzerinde oluşturduğu olumsuz baskı nedeniyle yeni ekonomik modelin işleri daha da zora soktuğundan bahsederken, karşıt görüşü savunanlar ise, IMF’nin dayatmaları sonucu dünyanın ortak bir model olarak uyguladığı Ortodoks yaklaşımdan uzaklaşmanın Türkiye’nin lehine olduğunu anlattı köşelerinde…

Model değişti ancak cari açık neden bu kadar yükseldi?

Türkiye yeni bir model geliştirmeliydi belki ama zamanı şimdi miydi? Kanımca tartışılması gereken en önemli kısmı burası… Yeni modelin uygulama zamanının doğruluğu, pandeminin ekonomi üzerindeki etkilerinin devam ettiği, tedarik zincirindeki bozulmaların küresel ekonomiye zarar verdiği ve ardından gelen tam da bir siyah kuğu olan Rusya-Ukrayna savaşının enerji ve gıda fiyatları üzerindeki olumsuz baskısının uygulandığı dönem olması açısından oldukça tartışmalı…

Dış ticaret açığının önemli bölümü enerjiden

Ülke olarak dış ticaret açığımızın önemli bölümü elbette ki enerji ithalatından geliyor. Öncesinde, yeni ekonomik model uygulamasının bir sonucu olarak faiz politikasının değişmesi nedeniyle oluşan bir nevi devalüasyon da mevcutken tüm bunların ekonomimize maliyeti oldukça ağır oldu.

Devalüasyon, Türkiye ekonomisinin ikincil ve cari açıkla sarmal olarak değerlendirilebilecek önemli bir kronik sorunu.

Neden mi? Çünkü ne yazık ki erken gelen liberalleşmenin Türkiye’de yol açtığı krizler, halkın Türk parasına olan güvenini ve yatırım alışkanlıklarını da kökten etkiledi. Öyleyse ekonomik modele geçişte iletişimin de yeterli düzeyde olmaması zamanlamadan sonra ikincil bir handikap oluşturmuştur diyebilirim.

Sanayimizin mevcut durumuna gelecek olursam; Ekim ayında sanayi üretim endeksinin aylık bazda yüzde 2,4, yıllık bazda yüzde 2,5 arttığını ancak yine de bir ivme kaybı olduğunu görüyoruz.

İSO Türkiye İmalat PMI Anketi’nin kasım ayı sonuçlarına göre ekim ayında 46,4 olan manşet PMI Kasım ayında 45,7’ye geriledi ve böylece üst üste dokuzuncu ay, eşik değer 50’nin altında kalmış oldu. Ancak bu öncü göstergeye karşın sanayi üretiminin sürpriz bir artış gerçekleştirdiğini de söylemek gerekiyor.

Diğer taraftan ise, en belirgin resesyon göstergesinin deniz taşımacılığı tarafında olduğunu biliyoruz. Yük ve dolayısıyla elleçleme düşüşlerinin başlamış olması yine aynı şekilde son birkaç aydır ihracat siparişlerinde sektörler bazında farklılar olsa da düşüşler yaşanıyor olması can sıkıcı noktada görünmekte…

Rusya ile ticari ilişkilerimiz yaptırımlara dahil olmamamıza karşın üstü örtülü bir baskı ile NATO üyesi olduğumuz gerçeği, diğer taraftan enerji alanındaki stratejik gelişmeler bağlamında farklı bir yere oturtulabiliyor. Ancak İngiltere ve ihracatımızın en yoğun olduğu Alman ekonomisinde de tahminler oldukça karamsar…

Tüm bu resesyon kaynaklı sorunlara ek olarak sanayicinin yaşadığı asıl zorluk yüksek enflasyon ve buna bağlı olarak artan finansman ihtiyaçları ve de politika faizinin düşmesine rağmen artan borçlanma faizleri…

Finansman sorunun çözümüne yönelik olarak 150 milyar TL’lik bir KGF paketinin yolda olması, değişikliklere kolay adapte olabilen, esnek, dönüşüme önem veren ve dönüşüm için tuşlara çoktan basmış olan sanayicilerimiz olmasından dolayı ben hala fazlasıyla umutluyum.

ABD Ocak-Kasım ihracatı, tüm zamanların en yükseği

Bu duruma belki de en güzel örnek; alternatif pazarlarda yakalanan ihracat ivmesidir. TİM verilerine göre, Türkiye'nin ABD’ye ihracatı 13 milyar 216 milyon dolara ulaşmış durumda. Bu tüm zamanların en yüksek Ocak-Kasım rakamı…

Üstelik bu rakama, ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği ek gümrük vergilerine rağmen (DTÖ Türk çeliğine yönelik ABD’nin uyguladığı bu kararda Türkiye’yi haklı buldu) ulaşılmış olması önemli.

Özetle; sanayicimizin önünde çoğu zaman olduğu gibi engebeli yollar var, ancak unutmamak gerekir ki at binenin, kılıç kuşananındır…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar