Küresel politika koordinasyonu

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Geçen haftaki yazımın sonunda “küresel çapta düşük büyüme ortamı” olarak özetleyebileceğimiz sorunun çözümü için küresel politika koordinasyonunun gerekliliğinden giderek daha fazla bahsedildiğini belirtmiştim. Kendi görüşüm ise “böyle bir politika koordinasyonunun gerekliliğinin anlaşılması ve uygulanabilmesi için küresel ekonomik durumun daha da kötüye gitmesini beklemek gerekeceği” yönündeydi. Ancak, geçen hafta Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Mario Draghi’nin aldığı kararlar ve sözlü yönlendirmeleri, “acaba en azından merkez bankaları seviyesinde bir politika koordinasyonu oluşturulmaya çalışılıyor mu?” sorusunu gündeme getirmedi değil.

Draghi geçen hafta piyasaların beklentilerinin de ötesine geçerek bir kaç cephede birden harekat kararı aldı. Politika faizini 10 baz puan daha aşağı çekerken aylık tahvil alım miktarını artırdı ve bu tahvillere özel sektör tahvillerini de ilave etti. Ayrıca, AMB’nin bankalara kredi vermeleri maksadıyla verilen borçlanma imkanlarını (TLTRO) 4 yeni programla daha da genişleteceğini açıkladı. Beklendiği gibi, bu açıklama sonrasında tahvil faizleri gerilerken hisse senedi borsalarında da artışlar görüldü. Ancak, asıl ilginç gelişme “euro” kurunda yaşandı. Normal şartlarda AMB’nin beklenenin üzerinde bir parasal genişlemeye gitmiş olması nedeniyle, euro’nun değerinin azalması beklenirdi. Ancak, euro değer kaybetmek bir yana, az da olsa değer kazandı. Neden?

Bu noktada Draghi’nin sözlü yönlendirmelerine odaklanmak gerekiyor. Draghi faizleri 10 baz puan indirirken, bunun son indirim olacağını ve normal şartlarda piyasanın daha fazla bir indirim beklememesi gerektiğini vurguladı. Bir anlamda, parasal gevşetme aynı zamanda parasal sıkılaştırmanın da habercisi oldu. Bu yaklaşım, bence dün akşam yapılan Fed toplantısı öncesinde bir politika koordinasyonu olarak değerlendirilebilir. AMB’nin bu yaklaşımı sayesinde, her ne kadar dün Fed (büyük ihtimalle) faiz artırmadıysa da, bundan sonraki faiz artışları konusunda daha kararlı bir tavır içinde olabilecek.

Son dönemde en çok endişe veren konulardan biri de “kur savaşları” oldu. Azalan küresel para akımları ile birlikte bazı gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinin değer kaybetmesinin, diğerlerinin de rekabetçiliklerini koruma adına para birimlerinde devaluasyonlar gerçekleştirmesine yol açma riski belirdi. (Özellikle Çin’in yapacağı bir devaluasyonun etkileri çok fazla olacaktır.) Ancak İngilizcede “komşudan dilenme” (beggar-thy-neighbour) olarak bilinen bu tip politikaların orta vadede kimsenin çıkarına olmadığı da bir gerçek. AMB geçen haftaki kararlarıyla sanki “kur savaşları” endişesini de gündemden düşürmek ister gibiydi. Draghi’nin euro’nun değerinin enflasyon ve büyüme üzerindeki etkisini önemli görmediğini belirten konuşmasının akabinde (ve tabii ki aynı zamanda beklenenin üzerinde bir parasal genişleme yaratması sayesinde) pek çok gelişmekte olan ülke para biriminin değerlenmiş olması, bence önümüzdeki dönemde kur savaşları endişelerinin bir miktar azalabileceğini göstermekte. 

Öte yandan, eksi faiz politikasının zaten uzun süre sürdürülemeyeceği, bu durumun ekonomilerde ciddi riskler yaratacağı da gündeme getirilmeye başlandı. Uzun vadede eksi faizlerin sermayenin verimli bir şekilde dağılımını engelleyerek, yeni balonlar ve akabinde krizler yaratması söz konusu olabilir. Ayrıca, eksi faizlerin küçük yatırımcıların tasarruflarını reel bazda azaltırken, büyük finansal oyuncuların “ucuz”a bu tasarruflara ulaşmasını sağlayarak gelir dağılımını daha da bozan bir tarafı da söz konusu. Bu noktada, Sn. Kemal Derviş’in Project Syndicate platformunda yayınlanan “Helikopter Parası Zamanı mı?” başlıklı son yazısındaki önerisinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Sn. Derviş bugünlerde kulağa biraz aykırı gelse de, esasen dünya ekonomisinin daha yüksek faiz oranlarından fayda göreceğini düşündüğünü belirtmiş. Ancak, tek bir ülke merkez bankasının faizleri artırmasının söz konusu ülke açısından parasının değerinin artması, rekabetçiliğinin azalması ve ihracatının düşmesi gibi gayet menfi etkileri olacağı da açık. Bu noktada, merkez bankalarının koordineli bir şekilde en az 2 kere 25-30 baz puanlık artışlar yapmasının faydalı olacağını düşünüyor Sn. Derviş. Böylece reel faizler yeniden artı seviyelere yükseltilirken, kur dalgalanmaları da yaşanmamış olacak. Böyle bir koordineli hareketin başarılı olması durumunda ise zaman içinde faizler daha da yukarı çekilerek, en önemli para politikası silahlarından biri olan faiz silahı da (bir sonraki resesyonda kullanılmak üzere) yeniden geri kazanılmış olacak. Etkili olması için mutlaka maliye politikalarında gevşeme ile eş zamanlı olarak  ele alınması gereken böyle bir koordinasyonun gerçekleşebileceğinden çok emin değilim doğrusu.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019