Küresel ölçekteki çıkar çatışması büyüyor
Küresel ekonominin geçmişine baktığımızda benzer nitelikteki eğilimler bir araya geldiğinde sonuçta farklı olmamış; bir dizi ihmal sonucu sorunlar ağırlaştığında akıl tutulması yaşanmış ve tarihten alınması gereken derslerin unutulmasının maliyeti ağır olmuş. Temel ilkelerin tüketilmesi, rekabet gücü azalmasına bağlı olarak faaliyet gelirlerinin erimesi, tasarruf bilincinin sıfırlanması ve yapılan hataların bedelinin başkalarına ödettirilmeye çalışılması gibi olumsuz eğilimler birbirini beslemiş. Bugün küresel düzeyde yaşanmakta olan bu eğilimler hep felaketle sonuçlanmış. Sürdürülebilir olmayan eğilimlerde ısrar etmenin bedeli çok ağır olmuş; özel sektörün yıpranması mali sektör ve kamu kesimini de olumsuz etkilemiş, ekonomi daralır iken işsizlik ve enflasyon birlikte artmış. Her şey değişmiş ve hiçbir şey eskisi gibi olamamış, medeniyeti temsil eden değerler önce unutulmuş ve ancak ciddi bedeller ödendikten sonra hatırlanmış...
G-20 zirvelerine konu olan tartışmalara baktığımızda geleceğe umutla bakmak zorlaşıyor. Her ekonomi öncelikle güçlenmek veya kaybettiği gücü geri almak için ısrarlı olduğu sürece akıl tutulması büyüyor ve evde yapılan hesaplar çarşıya uymuyor. Bugün yaşanan kur savaşlarının arkasında rekabet gücü kaybını ve buna bağlı olarak faaliyet gelirlerinin azalmasını önlemek ve artırmak çabası ön plana çıkıyor; zira bu yolda olumlu sonuç alınamaz ise ekonomik daralmanın yıkıcı hale gelmesinin kaçınılmaz olacağı biliniyor. ABD cari fazla veren ekonomilere, paralarının değerlenmesine izin vermeleri, iç taleplerini artırarak tasarruf eğilimlerini aşağı çekmeleri konusunda çağrı yapıyor, küresel dengesizlikleri kontrol altına almanın başka türlü mümkün olamayacağını iddia ediyor. Bu söylemi tersten okur isek, cari açık verenlerin ise paralarını daha düşük değerli tutarak rekabet gücünü artırması ve tasarruf açığını kapatması söz konusu olabilecek. Fakat cari fazla veren Japonya, Almanya, Çin gibi ekonomiler bu söyleme itiraz ediyor. Kimisi ekonomisi yaşlı ve yorgun olduğu, kimisi ise zor bir dönem öncesinde avantajlarını koruyarak daha dirençli olabilmek için böyle yapıyor. Cari açık veren Türkiye, bazı AB üyeleri ve kimi gelişmekte olan ekonomilerden ise ses gelmiyor; aşırı gevşek para politikalarını cari fazla veren ekonomiler gibi tehlike olarak değil de fırsat olarak algılamaları, kaybedecek şeyleri olduğunun farkında olmamaları bu sonuçta etkili oluyor.
Eğer küreselleşme ismi verilen kuralsızlık bütün ekonomileri etkisi altına alabilse, her şey piyasada belirlenebilse ve sermayeyi yönlendirebilenler hep haklı çıkabilse durum daha farklı olabilirdi! Cari fazla veren ekonomiler direniyor, kendi durumlarının daha kötüye gitmesini önlemek adına piyasaya müdahale ediyor ve uzlaşmaz tavır sergiliyorsa, korumacı eğilimlerin güçlenmesi kaçınılmaz oluyor. Durum böyle olunca da en kötü durumun henüz yaşanmadığını, her gelen senenin gideni aratabileceğini unutmamak gerekiyor. Yeni dünya düzeni yönündeki eski hesaplar ise her geçen gün yeniden zorunda kalıyor. Gündemi belirleme gücü ABD'den ona karşı direnenlere geçtikçe, görüntü ile gerçekler arasındaki farkı algılayanların sayısı arttıkça küresel eğilimleri kontrol altında tutmak imkânsızlaşıyor. Bilginin bilince dönüşmesi uzlaşıyı değil, uzlaşmazlığı güçlendiriyor, çözümü küreselleşme isimli kuralsızlıkta değil, korumacı eğilimlerde aramak eğilimi aha fazla rağbet görmeye başlayacak gibi görünüyor...
ABD'ye yalnızlaşma sürecine sokan parasal genişlemeye rağmen doların kısmen güçlenmesi fakat altının yükselmesi, G-20 Liderler Zirvesi'nden herhangi bir uzlaşı çıkmayacağı beklentisinin güçlendiğine, sistemik risk algısının arttığına işaret ediyor. Gidiş sancılı bir geleceğe koşuştur, fakat yanlışta ısrar edenlerin olası maliyetleri görmeye başlaması faydalıdır... IMF'nin yapısını değiştirmek veya alternatif para sistemini tartışmaya açmak çözüme yönelik olmayıp, gerçekleri gözleme ve bilginin bilince dönüşmesini engelleme çabasından başka bir şey değildir.