Küresel koşullar düzelmez ise...
Küresel koşullar olumsuzlaştıkça Türkiye ekonomisinin hareket yeteneği daralıyor. Para ve maliye politikası uygulamalarından umulan sonuçları almak, beklentileri yönlendirmek ve belirsizlik artışını kontrol altında tutmak zorlaşıyor. Gerek Merkez Bankası ve diğer düzenleyici kurumlar, gerekse siyasi irade söz konusu koşullarda bir şeyler yapmaya çalışıyor, ancak geç kalındığı için yeterli olmuyor. Kırılganlığı artıran bu gidişatı daha iyi anlamak için öncelikle para politikası uygulamalarında yaşanan değişiklikleri ve olası sonuçlarını irdelemek gerekiyor. Aksi takdirde maliye politikası uygulamalarında yaşanacak gelişmeleri, yatırım ve tasarrufun teşvikinde ortaya çıkabilecek sonuçları öngörmek pek mümkün olamıyor.
Para politikası uygulamasında faiz istikrarını hedfleyen ve döviz kurunu dalgalanmaya bırakan anlayış yerini enflasyon baskıları nedeniyle öncelikle döviz kuru istikrarını gözeten ve faizleri kademeli olarak dalgalanmaya izin veren bir yaklaşıma bırakıyor. Geçen yılın son çeyreğinde faiz koridorunun yukarı yönde genişlemesi, Türk Lirası'nın değer kaybını önleyici döviz satış müdahalelerinin daha hacimli hale gelmesi daha farklı düşünmeye izin vermiyor. Bu yıl günlük bazda devreye giren normal veya istisnai gün ayrımı da, küresel düzeyde riskten kaçınma eğiliminin etkili olduğu dönemlerde kısa vadeli faizlerin yukarı yönde ve gerektiği oranda dalgalanmasına izin verileceğini teyit ediyor. Durum böyle olunca finansal istikrar kavramından uzaklaşılması da kaçınılmaz hale geliyor.
Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu koşullarda, Türk Lirası'nın daha fazla değer kaybına tahammül edemeyeceği düşünülüyor olabilir. Enflasyon baskısının artması, döviz cinsi borçlar nedeniyle bilançoların yıpranması, borç-alacak zincirinin kırılması, paranın devir hızının düşmesi, iç talebin daralması gibi olumsuzluklardan kaçınmak adına Türk Lirası'nın daha fazla değer kaybı istenmiyor. Sonuçta para politikası uygulaması sıkılaşmak zorunda kalıyor. Merkez Bankası döviz rezervlerindeki erimeyi ve enflasyon baskısındaki artışı kontrol etmek adına kısa vadeli faizleri yükseltmek zorunda kalıyor. Eğer Türk Lirası faiz koridorunun üst sınırındaki gecelik oranlara rağmen değer kaybetmeye devam eder ise parasal sıkılaşmanın daha üst boyutlara tırmanacağı ve faizlerin son yıllarda hiç görülmemiş oranlara tırmanabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Aslında Merkez Bankası'nın yapmak istemediği ancak mecbur kaldığı bir durum söz konusu, eğer büyüyen likidite ihtiyacını sabit oranla karşılaşa rezervlerinin süratle eriyeceğini daha sonraki olumsuzlara karşı pek bir şey yapamayacağını biliyor. Küresel koşullar düzelir ise kısa vadeli faizler gerileyecek ve para politikası gevşeyecek, yok eğer düzelmez ise kısa vadeli faizler dalgalı bir şekilde ne kadar gerekiyorsa o kadar yükselecek ve parasal sıkılaşma eğilimi giderek güçlenecek.
Durum böyle olunca dış koşullar düzelmez ise neler yaşanabileceği üzerine kafa yormak gerekiyor. On yıl öncesinin Türkiyesi ile bugünkü arasında büyük farklar var, faizlerin yükselmesi durumunda bugün ortaya çıkacak yan tesirlerin yıkıcı olabileceğini hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor!.. Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerlerinde gerçekleşen farkı öncelikle dikkate alır ise gerçeği daha net görebiliriz. Faizlerin gerilemesi söz konusu varlık değerlerini geriletir, bilançoları yıpratır, güvensizliği artırır ve üç talebi daraltır… Özetle söylemek gerekirse gelişmeler kontrolden çıkar, aklımıza bile getirmek istemediğimiz şeyleri yaşamak zorunda kalırız. Böylesi bir durum Merkez Bankası'nı Türk Lirası'nın değerini, 2001 yılında olduğu gibi yeniden dalgalanmaya bırakmak noktasına getirebilir. Küresel koşulların düzelmediği bir ortamda yatırım ve tasarruf teşviklerinden umulan sonuçların elde edilmesi de imkânsızdır…
Bu aşamada sormak gerekiyor, neden küresel koşullar bozulmadan dışa bağımlılığı azaltan ve bugünkü duruma düşmemizi engelleyen uygulamalara yönelmedik? Bu saatten sonra küresel koşullar düzelmez ise ne yapacağız ve kime güveneceğiz? İstikrarsızlığın kontrolsüz bir şekilde artmasını önleyebilecek miyiz?.. Küresel koşulların düzelmesi için dua etmek ve duaların kabul edileceği varsayımı ile hareket etmek ne derece tutarlı bir yaklaşımdır?.. Önce tedbir sonra tevekkül diyen atalarımızı neden dinlemedik ve basiretli olamadık?..