Küresel fiyatlamalarda “jeopolitik risk” kavramı

Orkun GÖDEK
Orkun GÖDEK Bakış Açısı

Kasım 2016’da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlık koltuğuna Trump’ın geçeceğinin belli olması ile birlikte küresel çapta gerçekleşen fiyatlamalarda iyimserlik gözlendi. Aradan geçen altı ay içerisinde durumun özeti ağırlıklı olarak şu; koşullarda majör bir değişiklik olmadıkça bardağın dolu tarafının görülme isteği ağır basıyor ve gidişat bir süre daha mevcut fikrin korunması yönünde.

Geride bıraktığımız hafta içerisinde bir dönem haber akışı sıralamasında Türkiye’yi bir hayli zorlayan Suriye konusunun küresel fiyatlamaların odağına geldiğini gördük. Altı yılı aşkın süredir devam eden iç savaş süresince askeri müdahale seçeneğini tercih etmeyen ve stratejisini Türkiye’nin haklı bir şekilde şiddetle eleştirdiği yerel unsurları silahlandırmak üzerine kuran ABD yönetiminin duruşunda değişiklik gerçekleşti. Bir önceki başkan Obama’nın kendi telaffuzuna rağmen “kırmızı çizgi” aşımına tepki göstermediği kimyasal silah kullanımı konusu mevcut yönetim tarafından 24 saati aşan kısa bir sürede sert bir tepki ile karşılaştı. Akdeniz’de konuşlu bulunan donanma gemilerinden fırlatılan füzeler ile birlikte savaşın da seyrinin değişebileceği konusu gündeme geldi.

Kimyasal silah kullanımının ister sivil halk, ister terörist unsur olarak tanımlanan gruplar üzerinde olmasını açıklayabilecek tek bir mantıklı gerekçe yok. Zaten Suriye’de yıllardır süregelen çıkmazın nasıl feraha çıkacağını da açıklayabileceğimiz tek bir somut unsur söz konusu değil. Eylül 2015’te Rusya’nın siyasi desteğini askeri varlığı ile bölgede göstermeye başlaması, coğrafyanın istihbarat ve teçhizat açısından en güçlü isimlerinden birisi olan İran’ın Rejim’e sağladığı sonsuz destekle birleşince Esad yönetiminin de varlığını sürdürebilme şansı artış gösterdi. Ancak ABD’nin gelecek dönem içerisinde takınacağı tavır bölge unsurları kadar küresel gelecek için de kritik öneme sahip. Haber akışından çok kısa bir süre öncesinde ABD yönetiminin önemli isimlerinden gelen açıklamalara baktığımızda Suriye’de önceliğin DAEŞ ile mücadele olduğunu ve Esad’ın geleceği konusunun halkın vereceği bir karar olduğunu takip etmiştik. Mevcut durumda ise resmin hala daha tam olarak bu şekilde okunduğunu söylemekte güçlük çekiyoruz. Şiddetli açıklamalara sahne olan Birleşmiş Milletler (BM) oturumunun ardından Suriye konusunu Kuzey Kore başlığı ile birleştirmek zorunda kaldık. Pasifik Okyanusu’nun batısına yönlendirilen ABD donanması unsuru ile birlikte “acaba Kuzey Kore’de yönetim değişikliği planlaması gündemde mi?” sorusu da yüksek sesle dile getirilir oldu. Her ne kadar Dışişleri Bakanı Tillerson tartışmalara “bu şekilde bir düşüncenin öncelikli olmadığını belirten” açıklaması ile sonlandırma yönlü katkıda bulunduğu görünse de konu henüz tam olarak kapanmış değil.

Geldiğimiz noktada ABD’nin Suriye konusunda pozisyon değiştirdiğini söylemek için henüz erken. Değiştirmediği tezini savunmak da en az bir o kadar güç. Verilen tepkinin tek seferlik ve/veya benzer durumlarda tekrar tercih edileceğini gösterir açıklamalardan başka elimizde bir veri de söz konusu değil. Para ve sermaye piyasalarını fiyatlamaya çalışırken politik gündemi gözetme durumu yeniden masadaki yerini almış durumda.

Çin’den dünyaya ithal edilen enflasyon, Fed’in faiz artışı sürecini bilanço küçültme operasyonu ile destekleme ihtimali ve Trump yönetiminde daha hızlı büyüyecek ve enflasyon üretecek denilen ABD ekonomisi senaryolarının yanına bir süreliğine jeopolitik riski de ekler halde kendimizi bulduk. Riskli ortamlarda “güvenli liman” tercihi ile ön plana çıkan araçlardan olan ons altın ve Japon yeninde gözlenen değerlenme, bölgenin en önemli geçim kaynağı olan petrol fiyatlarındaki yükseliş ve ABD tahvillerine gelen kısa süreli talep de durumun ciddiyetini gösterir durumda. Her ne kadar sınırlar arasında gezinmeye devam eden ve getiri arayışında olan likidite durumunun süreceğini düşünsek de kısa vadeli pozisyon ayarlamalarının risk kavramına duyarlı olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Şayet hikayenin gelişmekte olan ülkeler cephesine dönecek olursak resim biraz daha flu hale geliyor. Aynı hafta içerisinde iki kez kredi notu indirilen Güney Afrika, Kuzey Kore kaynaklı haber akışına duyarlı Güney Kore, Asya para birimlerindeki zayıflama ve hafta sonunda referanduma gidecek olan Türkiye başlıkları dikkat çekiyor. Tüm bu özetlemeye çalıştığımız süreçte dolar endeksinin 101 seviyesi üzerinin üzerine taşındığı ve ABD, Euro Bölgesi ve Japonya’da enflasyon beklentilerinin bir süredir aşağı yönde hareket ettiğini de unutmayalım.

Kâr transferlerinin çok hızlı gerçekleştiği bu ortamda getiri/risk makasının hangi ölçekte gerçekleşeceğini gösterir farklı dinamikleri konuşabiliyoruz. Geride bıraktığımız haftanın gündemi tam olarak bu konuya örnek verilebilir. Bu nedenle pozisyon güncellemelerinde zamana yenilmememiz için gündemi tüm ayrıntısı ile analiz etmekte fayda var.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
ECB hamleleri ve riskler 14 Eylül 2019
GOÜ heyecanı her yerde 07 Eylül 2019
Beklemekle oluyor mu? 17 Ağustos 2019