Küresel ekonomik gelişmelere dair
IMF-Dünya Bankası toplantıları yılda iki defa gerçekleştirilir. Bu toplantılara ülkelerin Maliye Bakanları, ekonomi bürokratları katılır.
İkili görüşmeler yolu ile ülkeler arası iş birlikleri ve fikir alışverişi sağlanırken yatırımcı toplantıları yolu ile de yatırımcılar ile doğrudan temas imkânı sağlanır. İçinde bulunduğumuz haftada yine IMF-Dünya Bankası toplantıları gerçekleşiyor. Bu süreçte IMF yayınladığı Dünya Ekonomik Görünümü (WEO) ile küresel ekonomiye bakış açısını ortaya koyarken ülkelere ilişkin makroekonomik tahminlerini de yayınlar.
Bu yıl yayınlanan raporun başlığı “İstikrarlı Fakat Yavaş”. Rapor olumlu bir gelişme olarak küresel ekonomi için resesyon ihtimalinin ortadan kalktığını vurgularken büyümenin ülkeler arasında dengeli gerçekleşmediğine dikkat çekiyor. Özellikle düşük gelir grubundaki ekonomilerin büyüme sorunu yaşadığını ve gelecek dönemde de bu durumda önemli bir değişiklik olmayacağını vurguluyor.
Raporun dile getirdiği olumlu gelişmelerden bir diğer de ekonomik büyümenin güçlü olduğu bir ortamda sağlanan enflasyon düşüşü. Gelişmiş ülkeler açısından enflasyonda gelinen nokta yeterli görülmese de sağlanan başarı önemli görülüyor. Bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin de olumlu performans gösterdiğini belirterek geçen yıl bazı ülkeler için ani duruş ihtimali varken artık böyle bir ihtimalin hayli düşük olduğunu belirtiliyor. Sermaye akımları açısından da gelişmekte olan ülkeler için olumlu bir dönem geçirdiğimizi vurgulanıyor. Raporun riskler bölümüne de değinmekte fayda var.
Pandemi döneminde artan kamu harcamalarının sonraki dönemde birçok ülkede azaltılamadığına dikkat çekerek ABD başta olmak üzere artan bütçe açıkları ve kamu borç stoğunu ülkeler için önemli bir risk faktörü olarak görüyor. Küresel ekonominin daha sık arz şokları ile karşı karşıya kaldığı, iklim değişikliğinin yarattığı maliyetlerin arttığı, enerjide yeşil dönüşüm ihtiyacının olduğu, artan jeopolitik riskler nedeniyle savunma harcamalarının arttığı bir ortamda kamu harcamalarının daha kontrollü yapılması gerektiğine dikkat çekiliyor.
Önümüzdeki dönemde söz konusu maliyetlerde daha fazla artışlar yaşanacağından bahsederek şimdiden kamu maliyesi politikalarının bu beklentilere göre tasarlanmasının şart olduğu vurgulanıyor. Raporda ayrıca küresel çapta toplam faktör verimlilik artışlarının son otuz yılda yavaşladığına dikkat çekilmiş. Düşük verimlilik artışlarının ardında yatan etmenler arasında bilgi teknolojilerinin üretkenlik artışına sağladığı katkının azalması, iş yapma dinamizminin azalması, teknoloji yatırımlarının azalması ve daha sıkı kredi koşulları sayılıyor.
Düşük üretkenlik artışlarının bir başka sebebinin de sektöreler arası yatırım tercihlerinden kaynaklandığı dile getiriliyor. Kaynakların üretkenliği düşük sektör ve firmalara yöneldiği ve ekonomilerde zayıf üretkenlik problemine yol açtığı ortaya konuluyor. Raporun özetlediği fırsatlar ve risklere baktığımızda Türkiye için de çıkartılması gereken dersler olduğunu düşünüyoruz. Öncelikli olarak enflasyon ile ciddi bir şekilde mücadele ettiğinizde başarı elde edebiliyorsunuz.
Fakat mücadele ediyormuş gibi yapmanın maliyeti çok yüksek oluyor. Hatta, enflasyonu düşürürken makul büyüme oranları dahi yakalayabiliyorsunuz, yeter ki ekonomide güven ortamını tesis edin. Yüksek bütçe açıkları ve uzun vadeli olumsuz etkileri tüm dünyanın gündemine tekrar geldi. Gelişmekte olan bir ekonomi olarak mali alanın faydalarını 2008-2009 küresel krizinde ve pandemi döneminde gördük. İhtiyaç duyulduğunda kamu harcamalarını kolaylıkla artırabilmenin makroekonomik istikrara katkısını yaşadık.
Geçen yıl yaşadığımız deprem felaketi sonrası da eldeki mali alan kullanılmaya çalışılıyor. Fakat, yukarda bahsedilen riskler nedeniyle mali alanı tekrar tahsis etmemiz lazım. Bunun için kamu harcamalarında rasyonel kesintilere ihtiyaç olduğu ortada. Bu yaklaşımın enflasyonu düşürme sürecine de olumlu katkısı olacaktır. Üretkenlik artışı sağlamız gerektiğini önceki yazılarımda dile getirmeye çalıştım. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.