Küresel ekonomideki gelişmeleri okumak
Dünya ekonomisinde AB merkezli yavaşlama eğilimi baş göstermeye başladı. Bunun altında yatan etkenlerin başında ABD-Çin ticaret savaşı, yine ABD kaynaklı korumacı eğilimlerin artması ve gelişmiş ülkelerde kriz sonrası hala büyük ölçekli firmalar dahil olmak üzere kar oranlarının birçok sektörde istenilen artışı gösterememiş olması yatmakta. Küresel ekonomide ortalığı karıştırma da başat rol oynayan ABD bu yavaşlama sürecinden kendini şimdilik sıyırdı ve yılın ilk çeyreğinde yüzde 3.2 büyüdü. ABD’nin bu yüksek büyümesine karşın ilk çeyrekte Euro Alanı yüzde 1.2, Çin yüzde 6.4 büyüyebildi. Türkiye ekonomisi ise bu dönemde yüzde 2.6 küçüldü.
Gelişmiş ülkelerin hükümetleri ve onların firmaları olası daralmaya karşı yeni formüller geliştirmekte. Nitekim iki hafta önce hafta içinde İtalya Fiat ile Fransız Renault’nun birleşeceği haberleri basında yer aldı. Firmalar birleşerek finans yükünden kurtulmak istiyorlar. Çünkü sanayileşmiş kapitalist ülkelerdeki kamu ve özel borç yükünün yüksekliği ülkelerin daha hızlı büyümesini engellemek. İlginç olan ise, bu sorunu aşma konusunda hükümetlerin yeterince çaba gösterdiğini söylemenin pek mümkün olmaması, adeta finansçılardan korkuyorlar.
Durgunluk korkusu sürerken OPEC-Plus üyesi Rusya petrol fiyatlarını yukarı çekmek için çaba göstermekte. Rusya’nın amacı petrol gelirlerini artırarak bütçe dengesini kurmak. Çünkü Rusya ekonomisi, tek adam yönetimi altında ekonomik olarak altın-doğalgaz ve petrol gelirine bağımlı bir ekonomi haline geldi. Nitekim 2018 yılında doğalgaz ve petrol ihracatının toplam ihracattaki payı yüzde 50 düzeyinde gerçekleşirken, toplam bütçe gelirlerinin yüzde 25’i de bu iki üründen elden edilen ihracat gelirinden sağlandı. Dolayısıyla Türkiye’nin yeni müttefiki ekonomisi ile değil, doğal kaynakları ve silahları ile öne çıkmakta.
Türkiye AB’deki ırkçı eğilimin yükselişine dolaylı katkı verdi
Küresel ekonomiyi tehdit eden bir başka olgu da Avrupa siyasetinde aşırı sağcı partilerin yükselişi (Bu kervana Hindistan Halk Partisi'nin (BJP) yeniden iktidara gelmesi ile Hindistan da katıldı). Bu dengesiz partiler, AB amacına da, gelişimine de aykırı olmalarına rağmen göçmen tehdidi ve bunun getirdiği maliyetler nedeni ile (işsizlik, bütçe açığı) her geçen gün Avrupa hükümetlerindeki ağırlıkları artmakta. Hiç şüphesiz AB’de yükselen ırkçı eğilime en fazla katkı veren yabancı ülke Türkiye oldu. Türkiye AB’ni Suriyeli göçmenleri size gönderirim tehdidi ile hem göçmenlere karşı olan nefreti, hem de Türkiye’ye olan olumsuz düşünceleri daha üst noktaya taşıdı. Bundan dolayı AKP hükümetlerini kutlamak gerek.
Dünya ekonomisi istikrarsızlıklara gebe iken, Türkiye ekonomisindeki ivme kaybı devam etmekte. 2019 yılının ilk çeyreğinde ekonomi yüzde 2.6 küçülürken, İSO tarafından açıklanan verilere göre büyük ölçekli firmalardaki borçlanma sorunu kaldırılamaz noktaya doğru gitmekte. Hükümetin izlediği genişlemeci maliye ve para politikasında kamu harcamalarındaki tercihleri temel ekonomi bilgisi ile bile çelişmekte. Yaşanan ve derinleşecek krizin maliyetinin kimin üzerinde kalacağı da belli gibi. Hükümet ile iş dünyası arasındaki tatlı sert elense çekme söylemleri aslında maliyeti üstlenecek olan çalışan kesimlere, küçük ve orta ölçekli işletmeler yönelik bir gösteri. Bu tabloda büyük sermayenin tercihleri belirleyici olacağı net. Çünkü AKP döneminde uygulanan iktisat politikaları neticesinde batmayacak kadar büyük ya da batmayacak kadar politik firmalar yarattı, daha hafif bir ifade ile var olanların sayısını artırdı.
Seçim sonrası uygulanacak olan açık ya da zımni IMF politikaları kısa dönem de istikrarı sağlayabilir. Ancak uzun dönemde bu politikaların yaratacağı gelir eşitsizliğinin neden olacağı ekonomik ve sosyal sorunlar daha büyük olur. Keşke IMF’e gidelim çağrıları yapan büyük sermayeye ve hükümete akıl verenler biraz J.M.Keynes, biraz M. Kalecki, en azından T. Piketty ya da Branko Milanovic okusalardı, bu politikaların artık işlemeyeceğini anlarlardı.