Küresel ekonomide yeni eğilimler
Attığımız başlık çok iddialı, ancak yeni dediğimiz gelişmeler çok da yeni değil. 2008 krizi sonrası özellikle 2010’dan sonra ortaya çıkmaya başladı. Bu eğilimlerin altında ülkelerin dış ticarette üstünlük kurma düşüncesi yatıyor. Adına önce kur savaşları dendi, şimdiler de ticaret savaşları denmekte.
Küresel ekonominin patronu ABD’de Trump’ın Başkan olması sonrasında ticaret savaşı kızıştı. Trump Çin ile var olan savaşı daha üst noktalara taşırken, aldığı kararlarla bu savaşı Kanada’dan, AB’ye hatta Hindistan’a değin genişletti. İşin içine Türkiye’yi de soktu. Nitekim bu hafta Türkiye’yi gelişmekte olan ülkelere tanınan ayrıcalıklı gümrük listesinin de dışına çıkardı.
Trump, bu hamleleri oldukça da kaba yöntemlerle yaptı. Önce Amerika (America is first) sloganı ile ırkçı bir söylem tutturdu. Üstelik Trump izlediği korumacı dış ticaret politikasını tek yönlü kullanıyor. ABD korumacı olurken, diğer ülkelerden serbest dış ticarette yönelmelerini istiyor.
Daha önce de yazmıştım, Trump kendine (ABD’ye) korumacı. Bundan dolayı O’nu “primitive merkantilist” olarak nitelendirbiliriz.
Ekonomik savaş karşı topyekun harekete geçmeliyiz
AB önce, ABD’nin bu tavrına karşı “rahat dur, biz de bu politikalara karşı politika üretiriz” demekle yetindi. Gecikmeli de olsa karşı politikaları hayata geçirdi. Şimdi AB, süregiden ekonomik savaşa karşı Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ağzından artık biz de topyekun savaşa girmeliyiz demeye başladı.
Macron, bu hafta AB üyesi ülkelerin gazetelerine gönderdiği bir makalede AB’de yaşanan sorunlar için şu önerileri getirdi:
- Schengen'in tamamen reforme edilmeli, sığınmacılar ile ilgili “Ortak Sığınma Politikası” izlenmeli,
- Avrupa İklim Bankası kurulmalı,
- Demokrasiyi korumak için özgürlükleri koruyacak yapılanmalara gidilmeli,
- Avrupa Birliği ülkelerindeki demokrasiye dışarıdan müdahale edilmemesi için önlem alınmalı.
- Avrupa'daki siyasi partiler yabancı güçler tarafından" finanse edilmemeli,
- Siber saldırılar ve manipülasyonlara karşı "Demokrasiyi Korumak için Avrupa Ajansı" kurulmalı,
- Sosyal kalkan oluşturulmalı. Bunun için "Avrupa asgari ücretinin belirlenmesi" gerekli,
- Dijital devleri denetlemek için bir “Avrupa Gözlem Kurumu'nun” kurulması ve rekabet kurallarına uymayanların cezalandırılması için yeni kurumlar oluşturulmalı,
- Avrupa Birliği çapında yeni bir güvenlik ve savunma anlaşması gerekli. Bunun için İngiltere ile de işbirliği içinde olacak bir “Avrupa Güvenlik Konseyi” oluşturulması gerekli.
- Ulusçuluk hiç bir şey vaat etmiyor, ulusçuluk sadece itirazlardan oluşan bir proje. Avrupa idealine İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana hiç şimdiki kadar ihtiyaç duyulmamıştı. Avrupa şimdiye kadar hiç bu kadar tehlikede olmamıştı.
Türkiye'de de yeni söylemlere ihtiyaç car
Macron bu talepleri için AB’nin yeni bir “Avrupa Rönesans’ına” ihtiyaç duyduğunu söylemekte.
Türkiye seçim sürecinde tam bir üçüncü dünya ülke söylemi ile geçirirken, dünya farklı yönlere kayma noktasına hızla gitmekte. Umarım bu sığ, vulgar ve popülist söylemin dışında farklı söylem tutturacak birkaç politikacı bu dönem de ortaya çıkarda, Türkiye için de yeni bir şeyler söyler.