Küresel bölünme kur stresi yaratıyor

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Bugün TÜİK tarafından mayıs ayı enflasyon verisi açıklanacak lakin yaklaşık bir yıldır bize anlatılan zirveye alıştırıldığımızdan mı? Yoksa son dört yıldır yaşadığımız enflasyonu içselleştirdiğimizden midir? Bilinmez; yine de son haftaların yıldızı “carry trade” tartışması kadar sükse yapacağını zannetmem!

Ülkemizde sıkı para politikası artık bir yılını doldurdu; faiz arttı, seçimlerin ardından ortadan kalkan belirsizlikle döviz kurunun ateşi düştü ve sıcak para akmaya başladı… Mevcut görünümde içerideki dengelerden kaynaklanan bir kur riski varlığı şöyle dursun; ihracatçı ve turizmci neden enflasyon kadar artmıyor diye veryansın ediyor. Diğer taraftan TCMB, hem daha fazla düşmesini engellemek hem de rezerv biriktirmek için döviz alımları yapıyor. Son kertede içeride durum, döviz satıp, yoksa da kredisini kullanıp, yüksek TL faizinden yararlanmak bağlamında çok konuşulan “sıcak para” minvalinde ilerliyor…

Ayrışmalar bekleniyor

Riskleri sadece içerideki sıkı politikayla elimine etmek, uzun vadede yeterli olmayabilir.

Batı’da “ulusal güvenlik” mottosuyla başlatılan ticari ve teknolojik açıdan merkantilist sayılabilecek korumacı yaklaşım jeopolitik bir kırılmayı da beraberinde getirirken, küresel merkez bankalarının politikalarında da ayrışmalar bekleniyor.

Fed’in bu sene faiz indiriminde hiç aceleci olmaması, ECB’nin ise 6 Haziran toplantısı veya en geç Temmuz ayında bir indirime gitme olasılığı, Japon yeninin sürekli dolar karşısında baskılanması ve en önemlisi de Çin’in nasıl bir ekonomik toparlanma yolu seçeceği kur tansiyonu hatta dengeler açısından oldukça büyük öneme sahip.

Tasarruflar mevduata park etti

Çin’den son gelen mayıs ayı imalat dışı PMI verisi (öncü gösterge) 51,1 olarak gerçekleşti; hâlâ büyüme bölgesinde ancak Nisan’daki 51,2 seviyesinden aşağıda. Çin ekonomisinin devletin yatırım desteğine karşın istenilen performansı göstermemesi, finansal piyasalarından okunabilir.

Ülkede tasarrufların önemli bölümü mevduata park etmiş durumda (nisan ayı yoy yüzde 10,25) ve sosyal finansmanın üzerinde kalan bu tasarruflar bir türlü tüketime yönlenemiyor. (Emlak krizi bu konuda birincil etken sayılabilir) İşte bu noktada aslında Çin’in dış talepten ziyade iç talepteki düşüş nedeniyle bir türlü istenilen büyümeyi yakalayamadığı iddia ediliyor.

Şimdilik ülkede para birimi yuan rezerv desteğiyle tutulmaya çalışılıyor ki bunun da nedeni portföy akımlarının ülkeden çıkmaması ancak ülke eğer ihracata dayalı büyüme hamlesi yönünde hareket edecek olursa işte o zaman bir devalüasyonun gelmesi kaçınılmaz olacaktır ki bu da Asya Krizi’ne benzer şekilde küresel bir mali krize evrilebilir.

Türkiye’deki büyüme dinamikleri küresel risklere karşı hazırlıklı mıdır?

Geçtiğimiz hafta açıklanan yüzde 5,7’lik ilk çeyrek büyümesinin kompozisyonuna bakılacak olursa; hane halkı tüketimi (yüzde 7,3) güçlü kalmaya devam ederken, sabit sermaye yatırımlarının (yüzde 10,3) payının yüksek olması, dış ticaretin büyümeye pozitif net katkısı ve maaş artışının yapıldığı ilk çeyrekte ücretlinin hasıladan aldığı payın yükseldiği görülür. Ancak ücretlinin enflasyondan ötürü giderek eriyen payı; yerel seçimin hemen öncesindeki faiz artışının ve seçim sonrası TL’daki değerlenmenin dış ticaret dengesine akım veride yansımadığı ve sabit sermaye yatırımlarının da geçtiğimiz yılın ilk çeyreğindeki deprem felaketinin etkileri gerçekteki yapıyı özetleyecektir sanırım. Dolayısıyla her ne kadar çeyreklik büyümede G20’de lider konumunda olsak da verimlilik açısından sürdürülebilir bir noktada olduğumuz söylenemez.

Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman, Asya Krizi’nde temel nedenin yoğun dış kaynakla finanse edilerek, büyüme döngüsüne giren ancak toplam faktör verimliliğini arttıramamış ekonomiler olduğunu ileri sürmüştü. Kapitalizmde döngüler esas ve giderek korumacı hale gelen bu düzlemde artık tüketim ve verimsiz alanlarla büyümekse her zamankinden çok riskli bir hal almış durumda.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar